6 Aralık 2012 Perşembe

BİLDİRGE (The Declaration)

Gelecek daha çok küçükken hepimizin merakını cezbetmiştir. Hatırlıyorum da ilk gelecek fantezimin oluşmasında büyük pay sahibi bir çizgi filmdi. Birçok okuyucu çok iyi hatırlayacaktır onları: Jetgiller. Uçan arabalar, ev içinde yürümemek için bantlar, dişlerini fırçalamanı ve hatta giyinmeni sağlayan robotlar:)
Gelecek güzel bir düştü bu çizgi-filmde. Fakat gerçek gelecek acaba nasıl gelecek?

Elbette yıllar geçti gelecek üzerine kurgulanmış onlarca kitap okudum. Bir o kadar da film izledim sanırım. Belki filmler kitaplardan da fazladır. Birdolapkitap'da Gemma Malley'in Bildirge kitabıyla ilgili yazısını okuyunca kitabı da okuma listeme almış oldum. (http://www.birdolapkitap.com/2010/05/12/omur-sonsuz-olsaydi-yasamaya-deger-miydi/) Eh TÜYAP da benim için güzel bir fırsat oldu:)

Sonsuz yaşam insanoğlunun yüzyıllarda aradığı bir sırdı. Peki bu sonsuz yaşamın sırrı çözülürse neler olurdu acaba? Benze bir konuyu Ölümsüz Aile'de de görüyoruz. Fakat bu defa yanlızca bir kaç kişi değil tüm insanlık bu sırra ulaşırsa neler olacak? (http://okuyancocuk.blogspot.com/2012/04/olumsuz-aile.html)

Pincent ilaç şirketi işte bu sırrı küçük kapsüllere çevirir ve tüm dünya sonsuz bir hayata kavuşur. (İlaç endüstrisi daha bu sırrı bulmadan oldukça hacimli) Bu hiç kimsenin ölmeyeceği anlamına gelir. Fakat bir süre sonra dünya çok kalabalıklaşır. Hükümetler de yanlızca tek çocuk sahibi olmaya izin verirler. Bu da çözüm olmayınca devreye 'BİLDİRGE' girer. Böylece sonsuz hayat isteyen yani uzun ömürlülük ilaçları isteyen herkes Bildirgeyi imzalayacak ve yeni bir hayat dünyaya getiremeyecektir.

Bildirgeye rağmen dünyaya gelen çocuklar ise 'ARTIK' olarak damgalanır. Artık merkezlerine götürülerek köleleştirilirler. Artıklar depolarda sindirilip, kişiliksizleştirilirken onlara sadece dünyaya geldikleri için topluma ve yasallara borçlu sayıldıkları anlatılır. Bu nedenle yasallara faydalı olmaları gerekir.

Kitapta deyinmeden geçemeyeceğim bir başka bölümde artıkların oyunları. Gerçek hayatta nasıl çocuk oyunları hayata hazırlanış için ön süreçse artıklar için de benzer. Artık kızlar itaat etmeyi oyunlarla öğreniyorlar. İçlerinden biri yasal ve diğeri de köle oluyor. Diğerleri ise izleyici. Bu oyunun en önemli kuralı ise yasal ne isterse istesin artık onu yapmak zorunda. Elbette oyun sırasında köleye her tür işkence yapılıyor.

Kitabın ana karakterlerinden olan Artık Anna'nın kurallara sıkı sıkıya bağlı, 'KIYMETLİ MAL' olma amacı yolundaki tüm çabası depoya getirilen Peter ile birlikte değişmeye başlıyor. Fakat her değişim sancılıdır.

Oldukça yüksek tempolu ve sorgulayan bir kitap Bildige. Serinin diğer kitapları ise; Direniş ve Miras

TUDEM YAY
YAZAR: GEMMA MALLEY
ÇEV: TUFAN GÖBEKÇİN



18 Kasım 2012 Pazar

BEYAZ YALANLAR (White Lies)

Beyaz Yalanlar... Yalanı beyazı da olur muymuş demeyin Mark O'Sullivan yazmış işte. Bence de yalanın beyazı olmaz ama kitabın melez kahramanı Nance'yi evlatlık edinen ailenin ilk yalanıyla başlıyor Nance hayatına. Gerçi kitap bu yalanla başlamıyor ama bir yalanın peşinden devam ediyor.
 Evet Nance dolabın içinde bir fotoğraf bulur ve biyolojik ailesini aramaya karar verir. Kitap Nance ve arkadaşı OD'nin dilinden bölümler halinde yazılmış. Biz Nance'nin bölümlerinden ailesiyle ilgili bilinmeyenlerin peşinden koşma macerasını öğrenirken OD'nin bölümleri ise hayatın bambaşka yönlerini seriyor gözler önüne.
 OD'nin babası eski bir müzisyen annesi ise onları terk etmiş. OD 'nin ise alkolle başı dertte. Üstelik okulu da bırakarak çalışmaya başlamış. Hayatta tutunduğu iki şey var: birincisi Nance ki onla da ayrılırlar; ikincisi ise futbol.



Seanie'yi ise hem OD hem de Nance(daha çok Nance)'nin bölümlerinden tanıyoruz. O da hayattaki seçimleri , ailesi ve çevresi arasında kalmış.

Bu üç gencin yolları çakışırken, onların sorunlarıyla baş etme savaşını okuyoruz.


Gençliğin bir çok sorununa değinen kitapta başta aile problemlerini, meslek seçimi, alkol problemi, aile içi şiddet, cinsel tercih, ırkçılık gibi bir çok konuya değinilmiş. Bu arada beyaz karga ödüllü bir yazar olduğunu da belirtmeden geçmek haksızlık olur.

yazar: Mark O'Sullivan
çeviren: Müren Beykan
213 sayfa
günışığı yay.

KAÇIŞ YOK(NO ESCAPE)

Ülkemizdeki çocuk ve gençlik kitaplarını düşünürsek dünya edebiyatının bir hayli gerisinde olduğumuz hemen anlaşılacak. Öyle ki bizde çocuk ve gençlik kitaplarının kategorilerine bakarsak bu kategorilerin de azlığını göreceğiz hemen. Son yıllarda bir kaç yayınevi kategorilerinin sayısını artırdı. Çocuk ve gençlik kitapları da ayrı başlıklar altında yayımlanmaya başlandı.

Can yayınlarından çıkan 'KAÇIŞ YOK' polisiye gençlik romanı. Gençlerin farklı türlerle erken yaşta tanışmaları gerektiğini düşünenlerdenim. Erken yaşlarda farklı türlerden kitaplarla tanışan gençlerin ileriki yaşlarda kendi kitap serüvenlerini daha rahat çizeceklerdir. Bu açıdan bakıldığında ben polisiye gençlik kitabına sık rastlamadığımı söyleyebilirim. Polisiye daha çok yetişkinlere ait olması gereken bir tür gibi görülmekte. Oysa iyi kurgulanmış bir polisiyenin içindeki karmaşık olaylar gençler için de pekala işlenebilir. Üstelik çok da ilgilerini çekecektir.

'KAÇIŞ YOK' da kahramanımız Kızılderili köklere ship Calep. Calep tasarlanmış bir saldırıdan sekiz yıla mahkum edilir. Cezası dolan Calep kasabaya döner fakat kasabalı onu artık kasabada istememektedir. Polis şefi Levesque!in üvey kızı 'amatör dedektif' Cloe ise Calep Darke'in suçsuzluğuna inanmakta. Fakat bunu kanıtlaması gerekmektedir. Bunun için kardeşi Phoebe, arkadaşı Ross ve Calep'in kardeşi Kyle ile çalışmalara başlar. Bu macera pek de kolay olmayacaktır. Çünkü gerçeğin ortaya çıkmasını istemeyen birileri tarafından engellenmeye devam ederler. Yine de Cloe 'nin vazgeçmeye pek niyeti yoktur.

Kitapta duygusal ilişkilerin yanı sıra  ırkçılığa da yer veriliyor. Polisiye içinde de bir çok temaya yer verilebileceği bir gerçek.

İSTANBUL TÜYAP KİTAP FUARI

TÜYAP İstanbul kitap fuarı... İşte İstanbul'un en sevdiğim hali:) Uzun uğraşlar sonucu ulaşılan fuar ve ellerinde kitaplarla yine yollara düşecek kalabalık. İşte bu gün ve her yıl hemen hemen bu dönemlerde gördükçe içimde bir umudun yeşermeye başlamasıyla yüzümde oluşan gülümseme... Bu yılın temasının  “Çocukluğum Yurdumdur – Çocuk ve Gençlik Edebiyatı” olarak belirlenmiş olmasının da elbette yeri ayrı bende. Onur yazarı ise bir kaç kuşağın severek okuduğu GÜLTEN DAYIOĞLU. Gülten Dayıoğlu fuar boyunca bir çok etkinlikte çocuklarla ve yetişkinlerle buluşacak.

Fuarın bugün ikinci günüydü ve ben de oradaydım. Her zamanki gibi oldukça kalabalıktı fuar ben de öğrencilerimle birlikte gitmeden keşif turu attım diyebilirim. İlgi alanım öncelikle çocuk kitaplarıydı elbette. Planlarım içerisinde Karin Karakaşlı etkinliği de vardı fakat maalesef yetişemedim:(

Bu arada hemen belirtmek isterim ayaküstü küçücük bir zaman diliminde yayın ve yayıncılık üzerine sohbetim Çizmeli Kedi Yayınlarının kitaplarının editörü Nurgül ATEŞ'leydi. Yoğun bir fuarda bir editörün kendi hazırladığı kitapları kendisinden dinlemek de oldukça keyifli oldu. Fuarda mutlaka salon 2'de 105a'daki Çizmeli Kedi yayınlarına uğrayın derim.

Bir dahaki fuar yolculuğumda daha çok kitapla döneceğim evime. Nitekim bugünüm çok verimli olamadı:)

31 Ekim 2012 Çarşamba

Karaböcü Hoş Geldi

Karaböcü'yü okuyunca kıpır kıpır oldum her an ben de değişiverip mini minnacık bir kediciğe dönüşüverecekmişim gibi:)  Karaböcü simsiyah, sevimli mi sevimli yavru bir kedi. Nisan onu yolda bulur ve gizlice eve getirir.(Ben de küçükken sevimli bir köpek yavrusunu eve getirmiş onu gizlice evin bodrumunda beslemeye kalkmıştım. Elbette foyam kısa sürede ortaya çıktı. Ben de köpeksiz kaldım.) Ama karaböcü öylebilinen kedilerden değildir. Bir bakmışsın tavşan olmuş, derken hoooppp!! bir de bakmışsın ki maymun.

Minikleri fantastik kitapların dünyasına sürükleyen eğlenceli mi eğlenceli bir dizi  KARABÖCÜ. (İsmi de pek şirin:))

Bu arada belirtmeden edemeyeceğim baskısı da oldukça kaliteli. Bu yaş çocukları için kitap seçiminde önemli bir unsurdur resim ve baskı kalitesi. Bu arada Gözde Bitir'in çizimiyle Karaböcü de çok sevimli olmuş.

Dizinin Diğer Kitapları:
Karaböcü Partinin Gözbebeği
Karaböcü ile Tatil Maceraları
Karaböcü Kayboldu

yayınevi: günışığı
sayfa:64
resimleyen: Gözde Bitir

SINIFIN YENİSİ

İlk gençlik, ilk aşk ve sınıfın yenisi olmak... Emre yeni geldiği okulda hiç arkadaş edinememiştir. Üstelik daha ilk günlerde de bir kaç kişiyle tatsızlık olunca zaten girişken olmayan Emre tamamen yalnız kalacaktır ki Arda ile arkadaşlık ilişkisi gelişmeye başlar. Arda oldukça konuşkan biridir. Emre ve Arda'nın arkadaşlıkları gittikçe serpilir. Babalarının da geçmişte tanıdık olması ikisini de şaşırtır. Behçet Çelik o kısmı üstü kapalı geçse de anlıyoruz ki onlar da ortak dünya görüşlerine sahiptirler.

Arda kendini yazıyla ifade ederken, Emre de müziği tercih eder ve gitar çalar. İkisinin kendilerini ifadede farklı yolları seçmesi aralarında farklı bir iletişimi de geliştirir. Arda sayesinde sınıfıyla yavaş yavaş kaynaşmakta olan Emre ise Sibel'den hoşlanmaktadır. Fakat Emre'nin doğasına uygun bir şekilde bunu ifade etmesi çok zordur. Arda ise yazın tanıştığı Ceyda'ya göndermediği mektupları yazmaya devam eder.

Dostluk, arkadaşlık gibi kavramlar ele alınırken ailenin genç üzerindeki baskısı, genliğin ruh halleri de incelikle işlenmiş. Emre'nin hayalleri ve Sibel'in onda yarattığı hisler yetişkinleri de yeniden lise yıllarına götürecektir.

İki gencin gelgitlerini ustalıkla işleyen Behçet Çelik Emre'nin sıkılmasını fazlaca öne çıkarmış. Sık sık 'sıkıcı' sözcüklerini tekrarlarken gereğinden fazla tahlillere girmiş.

yayınevi: günışığı
sayfa sayısı: 156

Behçet Çelik ve Sınıfın Yenisi:http://behcetcelik.com/s%C4%B1n%C4%B1f%C4%B1n-yenisi.aspx

Mavisel Yener'in Yazısı :http://www.gunisigikitapligi.com/downloads/310311(2)-CumhuriyetKitap.pdf

ZOR SEVGİLER(HARD LOVE)

EVET BU ZOR AŞK, AMA AŞK İŞTE GENE DE,
BİR DÜŞ ÜRÜNÜ DEĞİL, BASİT BİR OYUNDAN ÖTE,
VE ADINI HAK EDEN TEK MUCİZE,
ÇÜNKÜ ÇOĞU KEZ YAŞAMLARIMIZI SAĞALTAN AŞKTIR ZOR AŞK.


Gencecik okuyucuları bambaşka bir yazım dünyasının da kapılarını aralayan kitap, okuyucuyu 'Fanzin' le tanıştırıyor. Edebiyat dünyasının sınırı çizilememiş alanlarından biri olan fanzinler evlerde hazırlanarak fotokopi ile çoğaltılıyor. Edebiyatla, kendini yazı yoluyla keşfe çıkmış gençlerin birbirlerini keşfi de yine fanzinle vasıtasıyla oluyor.

Kendini tamamen çevresinden yalıtan John duygulardan tamamen uzakta durmayı seçiyor. Tek arkadaşı ise Brian. Arkadaşlıklarını tanımlarken bile ''Normalim diye geçinen, içi boş iki ruh. İkimiz bir arada hala bir sıfır ediyoruz....'' diyor. Anne babasının küçük yaşta boşanmasıyla birlikte içine kapanan John marjinal- eşcinsel olan Marisol'le tanışmasıyla hayata bakışı da değişmeye başlıyor.

John artık yalnızca 'duygulara bağışık' değil, daha çok duyguları karışıktır. 'Muz Balığı' yazarı John ve 'Kurtuluş Hızı' yazarı Marisol arasında hiç de 'cool' olmayan bir arkadaşlık başlar. John'un 'Pişmanlık Yok'  yazarı Diana ile mektuplaşmasıyla fanzincilerin katıldığı bir toplantıya doğru yola çıkarlar.

Kimlik arayışını, aile çatışmasını, yanlızlık hissini ve daha bir çok şeyi incelikle ele alan yazar Marisol'un kimliği üzerinden eşcinselliğe de değinmiş.


Yayınevi: günışığı
Sayfa:     233
Türkçesi: Mine Kazmaoğlu

16 Ekim 2012 Salı

YEŞİL KİRAZ-2

Yeşil Kiraz'ın devamı niteliğinde kitap elbette. Kiraz artık ergenlik yıllarını, aile çatışmalarını geride bırakmıştır. Dünya Koleji'ne giren Kiraz'ın hayatı artık bambaşka bir düzlemdedir. Fakat peşini bırakmayan bir şey vardır o da geçmişi. Geçmişiyle yüzleşme sürecine giren Kiraz 'ın yaşadıkları hiç de azımsanacak gibi değil. Amerika başta olmak üzere dünyanın çeşitli yerlerinde kariyerini sürdürmeye devam ederken Türkiye'de de çalışır. Bu sırada yaşadığı kötü aşk deneyiminden sonra da bir daha aşka yaklaşmaz. Fakat Çinli Bay Li Kiraz'a aşık olmuştur ve incelikle bu aşkı ilan etmeye devam eder. Kiraz da ondan hoşlanmaktadır.

Roman temel olarak yapılan yanlışlarla yüzleşme sürecidir. Fakat bu yanlışların yeterince irdelenmemesi beni bir miktar hayal kırıklığına uğrattı.Özellikle eski bir aşkla yüzleşmek biraz yüzeysel kalmış. Anne ile yüzleşmek de daha fazla irdelenebilirdi. Ayrıca birinci kitapla ikincisi arasında da Kiraz'ın Dünya Koleji'ne kabul edilme aşamasında boşluklar kalmış. Kitabın sonuna kadar bu boşluğun doldurulmasını bekledim fakat sonu da bir miktar havada kalmış. İlk kitapta sorgulanan pek çok şey olmasına rağmen ikinci kitap daha yüzeysel ve macera odaklı olarak kalmış. Her ne kadar birinci kitap biraz eski türk filmleri tadında olsa da sorgulatma ve gençlik problemlerine daha fazla yer verilmişti. İkinci kitapta ise yaş dolayısıyla da bu problemlerin atlatılmasından dolayı pek yer verilmemiş. Yine de daha farklı şeyler sorgulanabilirdi.

13 Ekim 2012 Cumartesi

YEŞİL KİRAZ

Uzun süredir Gülten Dayıoğlu'dan kitapları taşımak istiyordum buraya. Yeşil Kiraz ile başlamanın güzel olacağını düşündüm. Ülkemizin yakın tarihini hatırlatırken bir çok yönden de güncelliğini fazlasıyla koruyor.
Bir çok katmanda tekrar tekrar incelenebilecek olan kitabı ben sadece kabataslak inceleyebileceğim. Ülkemizde çocuk edebiyatı denince başta gelen isimlerden Gülten Dayıoğlu. Yıllardır bir çok nesle kitap okuma zevkini aşıladığını yadsıyamayız.

Kitap öncelikle toplumun hemen her kesiminden insan manzaraları sunmakla başlıyor. Kiraz'ın ailesinin köyden koparak İstanbul'un sosyal refah seviyesi yüksek semtlerinden birine kapıcılık yapmaya gelmesiyle başlıyor. Böylece toplumun farklı katmanlarını aynı apartmanda görebiliyoruz.

Kitabın temel sorunlarından biri de yalancılık. Kiraz'ın bu alışkanlığa başlaması adım adım anlatılmış. Okula başlamasıyla birlikte topluma karışması ve kendine orada ifade ediş biçimi Kiraz'ın ne kadar hırslı bir çocuk olduğunu da gözler önüne sermiş. Çok çalışkan olan Kiraz bir yandan cahil ailesinin yasaklarıyla baş etmek zorunda kalırken bir yandan da toplum içinde kendini konumlandırmaya çabalar.

Bir çok karakteri ve beraberinde ortamı beraberinde sunan Dayıoğlu okuyucuyu da zaman zaman sosyal sorgulamalara götürür. Bu günün çocukları için de sorgulayacak önemli durumları satırlarına serpiştirmiştir.

Kiraz'ın hayatına aşkın girmesiyle sosyal zıtlıklar onu tam bir çıkmaza götürür. Sonunda yalan batağına saplanan Kiraz sürekli gel gitlerin burgacında kıvranır. Aşık olduğu genç tarafından  'ÇÜRÜK KİRAZ' olarak olarak yaftalanmasıyla derin bir bunalımın içine yuvarlanır. Artık Kiraz'ın yalanlarla ördüğü pembe dünya tamamen yıkılmıştır. Bu olayla birlikte liseye başlar. Dönemin olayları fonda devam ederken Kiraz'ın zengin ev sahipleri tarafından kullanılan ağabeyi de bu olaylardan payını alır. Ağabeyin yaşadığı olaylar arka planda geçse de dönemi (aslında her dönemi) anlamak açısından irdelemek önemli.

Kısacası Yeşil Kiraz güncelliğini koruyan, çelişkilerle dolu bir genç kızın sürüklendiği açmazlar ve zorlu kurtuluşunu anlatan bir roman.

Bu arada belirtmeden edemeyeceğim: İnternette rastladığım haberlere göre Adını Feriha Koydum dizisine Yeşil Kiraz'dan çalıntı olduğu gerekçesiyle dava açılmış. Benzerliğinin göz ardı edilemeyeceği bir gerçek. Benim de aklımdan geçmişti Feriha fakat belirtmemde yarar var, eğer iddia doğruysa Yeşil Kiraz'daki bütün önemli noktalar atılarak; kof ve anlamsız hale getirmişler dizi yaparak. Çünkü kitabı pembe diziden kurtararak değer katan da tam da dizide kendine hiç yer bulamayan kısımlar.

Bu arada öğrencilerime yaz ödevi olarak verdiğim kitaplardan biriydi bu kitapta. Onların kapak tasarımlarını da daha sonra ekleyeceğim.

7 Ekim 2012 Pazar

Bilgin Amca'sız yeni bir eğitim yılı....


Maalesef uzun bir aradan sonra yeniden yazmaya kötü bir haberle başlayacağım. Evet çocukların Bilgin Amcası, Dedesi maalesef 68 yaşında hayata gözlerini yumdu. Ardında ise onun kitaplarını okumaya hazır pırıl pırıl bir gençler-çocuklar bıraktı.Fazla da söze gerek olmadığı kanısındayım. Elbette adımlarını takip etmeye devam edeceğiz....




Adalı'nın dilinden Adalı:http://bilginadali.wordpress.com/about/

17 Haziran 2012 Pazar

ŞARKINI DENİZLERE SÖYLE

Tan demişler adına. Utan'ın 'tan'ı mı; yoksa kırmızı elmanın Tan'ı mı kendi de bilmez. Bir masal yaratmış bu defa Sevim Ak köyünden kaçıp İstanbul'a sığınan bir çocuğun gölgesinde. Sıcacık...

Bu kitabı diğer kitaplarından çok farklı olmuş Sevim Ak'ın. Tan incelikle çizilmiş bir karakter. Dünyayı farklı gören, masalsı, hayalci bir kahraman. Bir o kadar da duyarlı, duygusal. Kitabı Tan'ın penceresinden okuyoruz. İstanbul'a gitmiş, sayısız maceralar yaşamış, sonunda bir tiyatroya kapağı atmış Tan''ın penceresinden. Tan ve Eren'in konuşmalarından oluşuyor aslında kitap. Her konuşmanın ardından olayların ayrıntılarının aktarıldığı Tan'ın bölümü geliyor.Tan'ın hayatında çok önemli bir kişi var : dedesi. Eşinin ölümünden sonra eşinin adı olan menekşeler yetiştiren, bütün gün çer çöp toplayıp odasına yığan, her zaman cebinde kadınlar için küçük hediyeler taşıyan dede. Masalsı olduğu kadar da gerçek olan bir dede. Dedesi ve Tan'ın ilişkisi ise çok özel çok farklı bir ilişki. Tan dedesinin masallarıyla büyümüş ve dünyayı o masalların süzgecinden görüyor.
 Dedesi ise Tan'ın ardına düşmüş İstanbul'a Tan'ı bulmaya gelmiş. Çünkü torun kokusu duymayan bilmezmiş.

Şarkını Denizlere Söyle çok önemli bir konuyu seçmiş önce parçalanan aile ve ardından çocuk istismarı. Üstü örtülen bilinmeyen konulardan biri çocuk istismarı. Bir çocuk için yıkıcı yok edici. Tan'a sahip çıkan Sezer Tan'ı istismar etti mi, etmedi mi kitabın sonuna kadar öğrenemiyoruz bunu. Eren ve diğerleri Tan'a ne zaman sorsa Tan'ın suskunluğuyla karşı karşıya geliyorlar. Tan'ın suskunluğunda bir sürü bilinmez yavaş yavaş çözülmeyi bekliyor.

Ailenin dağılması bir çocuğu nerelere sürükler, ne zorluklarla karşı karşıya bırakır usta bir kalemin incelikli anlatımıyla öğreniyoruz. İyi kurgulanmış karakterlerde ülkemizin baba, ana karakterini görüyor ve dağılışına tanıklık ediyoruz. Sokakta yanımıza yaklaşıp kart, mendil, çiçek satmaya çalışan çocukların dünyasına gidiyor, bu kez onların hikayesini okuyoruz.

Sevim Ak'ın dilini hep çok sevmişimdir fakat bu kez gençlere diye nitelendirebileceğimiz bu kitabında bambaşka bir dünyanın içine atıverdi beni. Hüzünlendim, gülümsedim ve dünyaya bambaşka baktım. Masalsı dilinin tadını damağımda hissettim.:)

DELİDOLU ARKADAŞIM (KAMO)

Sürekli asrın fikrini üretim duran bir çocuk: Kamo ve Kamo'lu dört öyküden oluşan harika bir kitap:) Daha önce dört kitap olarak çıkan Kamo, Günışığı Kitaplığı tarafından tek kitap haline getirilmiş.

Kitapta neler yok ki her öyküde başka bir macera ve başka bir dünya. Kitabın ilk öyküsü Asrın Fikri. Bu öyküde tüm yetişkinler hatta '... Fırıncının karabaşı bile...' çocuklara altıncı soınıfın öneminden bahseder. Elbette kitabın anlatıcısı ismi verilmeyen kahramanımız, arkadaşı Kamo ve tüm sınıf arkadaşları bu durumdan şikayetçidir. Bunun ardından ne mi olur? Elbette Kamo'nun asrın fikrini bulması ve çocukların 'sevgili örtmenimiz ' dedikleri Mösyö Margerelle'i kaybetmeleri tam bir maceraya ve eğlenceye dönüşür. Aşk öykünün temel kavramı haline getirilmiş. Bunun yanında çaba, inat, farklı kişilikler, iletişim-iletişimsizlik gibi çok fazla kavram öykünün akışına serpilerek kullanılmış.

İkinci öykü Kamo ve Ben 'de ise artık o çok korkulan altıncı sınıf gelmiştir. Fransızca öğretmeninin verdiği kompozisyonlar ise gerçekten tam bir baş belasıdır. Ama son kompozisyon ödevi tüm sınıfın başına bela olacaktır. Çünkü çocuklar bir anda kendilerini yetişkin ana babalarını ise birer çocuk olarak bulurlar. Gerçeküstü ögelerle süslü bu öyküde ön yargılar, aile başta olmak üzere bir çok kavrama da değinilmiş.

Üçüncü öykü ise Babil Ajansı. İngilizce ile başı dertte olan Kamo ve onun bu bu problemine çözüm bulan annesi Tatiana Kamo 'ya gizemli, bir mektup arkadaşı bulur. Polisiye ögelere de yer verilen kitapta bu gizemli mektup arkadaşının izini bulmak anlatıcıya düşer. Ama bu o kadar da kolay değildir ve sonunda çocukları büyük bir sürpriz bekler. Öyküde Tatiana'nın geçmişine de yer verilir. Tatiana'nın ailesi bir göçmendir. Bir  ülkeden başka ülkeye göçmek zorunda kalan aile kökleri bir çok dili de öğrenmek zorunda kalmışlardır. Bu nedenle Tatiana da dile çok önem vermekte. Dahası Kamo'nun Hitler'i tarifi de çok dikkat çekicidir: Gamalı, bıyıklı deli!

Son öykü ise Tatiana'nın aile köklerini araştırmak amacıyla üç aylık bir yolculuğa çıkışıyla başlar. Kamo'yu da Pope ve Moune'la birlikte yanı anlatıcımızla birlikte bırakır. Kamo'nun kazasıyla birlikte öykünün can alıcı kısmı başlar. Anlatıcımız ve sınıf arkadaşı sırık Lanthier Kamo'yu kurtarmak için ellerinden geleni yaparlar. Elbette bilinen yollardan değil. Bu macerada onlara gerçeküstü bir biçimde eşlik eden ölmüş büyük dede Kamo da vardır.

Kamo öyküleri ilginç kahramanları ile iyi kurgulanmış harika öyküler. Karakterlerin özellikleri incelikle seçilirken Kamo tuhaf işler bakanı olmakla ayrıca anlatıcının da hayran olduğu bir çocuk. Bunlarla birlikte bir çok kavrama da değinen yazar bu kavramlara akış içerisinde yer vererek kurguyu sarsmamış.

Kısa ve Öz söylenecekse: MÜTHİŞ!
Kitabı Türkçeleştiren: Filiz Atay

12 Haziran 2012 Salı

HADİ AMA BABA! (Einen Vater Hab İch Auch)

Hadi Ama Baba! gençler için yazılmış eğlenceli, sürükleyici bir roman. Anne ve babaların ayrılmasının o kadar da kötü olmadığını anlatırken bunun seçim yapma hakkını da beraberinde getirdiğini düşündürüyor. Kitaplarında her zaman okul ve sistem eleştirisi yapan Nöstlinger bu kez de eleştirisini 'iskete kuşu' lakaplı öğretmen üzerinden gerçekleştiriyor.
Gençlik çağını adımlamaya başlarken dünyanın dönmesinin nedeni aşk da:) es geçilmemiş elbette. Aile kurumunu baştan aşağı tekrar düşündüren kitap korkunç teyze ve ailesiyle Feli'nin dağılmış ailesini ve bunun dışında okul arkadaşlarının ailelerini karşılaştırıyor. Kitapta Feli'nin ilginç tespitlerinden biri de aileyi ayırdığı gruplar. Feli'ye göre (ki bu Lorenz'in iddiası) boşanmış aile çocukları 'üçte bir normal' sayılıyor. Çünkü her üç çiftten biri boşanıyor. Oysa Feli'nin hesaplarına göre üçte iki çocuklarından daha fazla babasıyla vakit geçirebiliyor o. Böylece Feli'nin ulaştığı sonuç çok etkileyici oluyor: 'Eğer, iyi bir anneye ve iyi bir babaya sahipseniz, bir de birbirlerini sevmelerini beklemek aşırı olurdu'

Nöstlinger'in kitapları tartışmasız harika! Bu kitap daha çok gençler için yazılmış bir roman. Boşanmış aileler, anne-kız ve baba-kız ilişkileri ustaca kurgulanmış. Klasik ailenin(yalnızca aynı evde yaşamak değil, tamamıyla klasik ) dağılmış aileyi koyan Nöstlinger daha da ileri giderek çocuğa bakan tarafın sadece anne değil baba da olabileceğini bize gösteriyor. Üstelik önceleri buna pek de istekli olmayan bir baba.

Benim en sevdiğim bölüm ise 'İskete Kuşu' ile babanın süpermarketteki şovu oldu. 'Klasik-tutucu' öğretmen anneyi şımarıklıkla, babayı ise sorumsuzlukla suçlar ve sonuç: harika:)
Özellikle genç kızların severek okuyacağını tahmin ettiğim bir kitap:)

11 Haziran 2012 Pazartesi

MAVİŞ

Masmavi bir dünya ister miydiniz? Ya da şöyle kıpkırmızı? Sadece domateslerin değil denizlerin bile kırmızı olduğu bir dünya. Ya da sarı mı sarı:) Ama Maviş istiyor. O masmavi bir dünya olsun istiyor. Yoo öyle sadece gökyüzü ya da denizlerin değil sadece domateslerin, portakalların her şey ama her şeyin masmavi olmasını istiyor. İşte bu yüzden alıyor eline sulu boya fırçasını ve batırıyor masmavi denize başlıyor dünyayı maviye boyamaya... Ne mi oluyor sonra? Neler olmuyor ki? Ama önce Maviş'i bulup tanışmak gerekir.

Farklılıkları kabullenmenin işlendiği Maviş renklerin farklılığını ve her birinin olması gerektiği gibi olunca güzel olduğunu gösteriyor bize. Küçük okurlara büyük dersler var bu kitapta. Hem de rengarenk:)

Resimleyen: An-Su AKSOY

10 Haziran 2012 Pazar

6 YIL TAM PANSİYON

Çok merak ettiğim bir kitaptı 6 yıl tam pansiyon. Bir süre önce okuyabildim. Ne yazık ki okulun son haftalarının yoğunluğu nedeniyle yeni kitapları ekleme fırsatım olmadı. Okulun son haftası deyip geçmemek gerek son iki hafta öyle bir enerjimi sömürdü ki sormayın gitsin. Bir de kitap okuma şenliği yazar-okur buluşması derken gelecek sene için kendime kocaman kırmızı mürekkepli kalemle bir not düştüm: Tek başıma bir işe soyunmayacağım:) Ben her yıl bu ve buna benzer bi dolu not düşerim gelecek döneme. Ne var ki yaz döneminden eylül ayına geçişte hemen içimi bir kıpırtı sarıverir. Başlarım el atmaya işlere ve her nasılsa sonunda tepeme kadar batmış bulurum kendimi. Neyse bunları ağustosta hatırlamamda yarar var:)
Son iki-üç gün tembelliğim doruklarda. Pazar gününün uyuşukluğu ve üzerine de benim tembel kişiliğimle savaşım da bitince şimdi geçebildim bilgisayar başına. 
 Neyse lafı çok uzattım geçenlerde gittiğim günışı kitaplığı edebiyat seminerinde  Özel Bursa Bahçeşehir İlköğretim Okulu’ndan Meral Zafer’in, “6 Yıl Tam Pansiyon ile Okumada Üçüncü Boyut” başlıklı sunumunda anlattığı uygulama oldukça dikkatimi çekmişti. Diğer sunumdaki kitapları okumama rağmen o dönemde 6 YIL TAM PANSİYON'u okumamıştım. Yatılı okumak bambaşka bir deneyim elbette ben üniversite yıllarımda yurtta kalmıştım. Kitabı okurken de hem kaldığım yurda döndüm hem de lise yıllarıma. Yurt yıllarımın kardeşlik havası, birbirimizin arkasını kollama telaşı, sabaha dek süren sohbetler, şakalaşmalar, hep birlikte ağlamalar ve kahkahalar... İşte Tolga Gümüşay tüm bunları okulun son beş gününe sığdırmış. Beş gün içinde 6 yıllık bir serüven ve bir de şimdiki yaşanan 'çıkma' diye tabir edilen ilişkilere inat bir aşkı anlatmış. Anlatımdaki sadelik ve gerçekçilik okulluları tekrar düşündürürken benim gibi okul yıllarını geride bırakmışlara ise yeniden hatırlamanın buruk özlemini yaşatacak. 

28 Mayıs 2012 Pazartesi

ARKANA BAKMA (LİSAS GESHİCHTE, JASİMS GESHİCHTE)


Sarsıcı, düşündürücü, sorgulayıcı, sorgulatıcı, yüreklendirici bir kitap 'ARKANA BAKMA'. Alman yazar Kirsten Boie yirmi yıl kadar önce yazdığı ama hala düşündüren kitabı neler hakkında düşündürmüyor ki. Ergenlik sorunlarıyla (Lisa'nın taşınmasıyla birlikte yeni çevresine uyum sağlayamaması, erkek arkadaşıyla arasına giren mesafe ve akran baskısı) başlayan kitapta yılların maalesef eskitemediği evrensel konular(ırkçılık, sığınma hakkı) da işlenmiş.
Sözcüğün en sert anlamıyla iki ayrı dünyanın insanı Lisa ve Jasim'in hayatını okurken zaman zaman düşündüren zaman zaman ise gülümseten usta bir öyküyle başbaşayız. Lisa kendi bireysel problemlerine odaklı bir ergen ki onu alış-veriş ve geride bıraktığı erkek arkadaşı dışında pek fazla şey ilgilendirmiyor. Jasim ise ülkesinden kaçmış, Almanya'da yurda sığınan bir sığınmacı. İkisinin tek ortak noktasıysa aynı mahallede yaşıyor olmaları.
Lisa'nın abisi Theo ile farkıysa Theo'nun babasıyla çatışarak(Babası çevredeki emlak fiyatlarının yurttan etkilendiğini savunan bir grupla hareket ediyor. Oysa o da gençliğinde odasının duvarına Che posterleri asmış ve gerektiğinde yollara dökülmüştür.) ve hatta onu ilkelerine ihanetle suçlayarak sığınmacılardan yana tavır alması.

Bana kalırsa kitabın en çarpıcı karakteri kişisel kaygılarıyla hareket ederken vicdanı arasında kalan, orta yol bulmak için adeta kıvranan Lisa'nın babası. Orta yol bulmaya çalışırken de sık sık tavrının yalnızca mülkiyetle ilgili olduğunu vurguluyor. Bu arada Roza Luxenburg'dan da güzel bir alıntı yapmayı ihmal etmiyor. 'Özgürlük yalnızca ve daima farklı düşünenlerindir.'

Kıtabın son bölümünde yazarın sonradan eklediği bölüm var ki düşüncelerimi özetlemiş. Her ne kadar kitabın yazım tarihi nedeniyle hızla gelişen teknolojiye yer veremese de değişmeyen gerçeklikler hala değişmemeye devam ediyor. Lisa'nın öyküsü yeniden yazılsa muhtemelen ufak tefek değişiklikler olacaktır elbette; fakat Jasim'in öyküsünde duşlar dahil hiç bir değişme olmayacaktır sanırım.

Kısacası gençler için, dünyaya eleştirel gözle tekrar bakmak isteyenler için harika bir kitap. Bu arada belirtmeden geçmeyeyim 1950 doğumlu Kirsten Boie üç kez Hans Cristian Andersen ödülüne aday gösterilerek, bir çok kez de farklı ödüller almış. Suzan Geridönmez ise çevirisini yaparak bizlerle harika bir kitabı buluşturdu.


23 Mayıs 2012 Çarşamba

BABAMIN GÖZLERİ KEDİ GÖZLERİ(Dad’s Eyes Are Cat Eyes)

Bugün ne yapacağımı bilemeden evde dolandım durdum. Erkenden kalkmış, kahvaltı yapmış, internette oyalanmış, yatak çarşaflarını bile değiştirmiştim. Biraz gidip eşime bulaştım, kedi gibi sokuldum. Sonra da sehpanın üzerinde bir kaç haftadır beni bekleyen kitaba iliştim. Yine bir Sevim Ak kitabı:) Ne yapayım Sevim Ak'ın sözcükleri, renkleri ve yarattığı dünya içinde kaybolup gitmeyi çok seviyorum. Kelimeler usulca düşüyor kaleminden sanki kar taneleri gibi. Ardından sıcacık sarıyor beni cümleleri ve kadim son elbette kitabı bitirmeden bırakamıyorum.
Bu defa okuduğum kitap 'BABAMIN GÖZLERİ KEDİ GÖZLERİ' oldu.
'Bir baba nasıl kaybolur? Kaybolursa nasıl bulunur? Gazetelere ilan mı verilir?'
diye soruyor Ayçiçeği. Bazen büyükleri anlamak gerçekten zor olsa gerek. Bir şeyler yaparlar, üzülürler, sevinirler, acı çekerler... Ama çocuklara açıklama yapmazlar. Oysa bir çocuk üzüldüğünde, sevindiğinde, acı çektiğinde her şeyi bilmek isterler. Anlatmak çok mu zordur? ya da anlatmayınca çocuk fark etmeyecek midir? Hele de insanın babası kaybolsa bunu anlamaz mı? Elbette anlar. Hem de çok özler. Ayçiçeği de babasının kaybolmasından sonra günlük yazmaya başlıyor. Biz de Ayçiçeği'nin yaşadıklarını günlüğünden öğreniyoruz.
Şimdi ben de kendi günlüklerimi hatırlıyorum. Benim babam kaybolmamıştı ama günlük yazmayı pek severdim. Neler yazmazdım ki günlüğüme:) Şimdi düşününce pek özel şeyler hatırlıyorum. Sonra da günlüklerimin hazin sonunu. Hepsi yakılmak suretiyle yok edildiler. Ne de olsa çok özellerdi :)
Her neyse kitaptan çıkıp benim günlüklerime gittik. Gelelim Ayçiçeği'nin kedi gözlü babasına. Bu baba da çok özel, öyle diğer babalara pek benzemiyor. Her yerden ıvır zıvırları çıkan; kitaplık, sandalye, radyo, çamaşır makinesi hatta yağmurluk yapabilen bir baba. Sonradan anlaşılır babanın hobi sahibi olması ve hobilerin önemi.
Daha çok şey var elbette kitapta eşyalar, eşyaların önemi ve kişilikleri, hayvan sevgisi...
Kısacası çok özel bir günlükten taşan açılan rengarenk bir dünya...
HAMİŞ: Ben de sandalye yapmak istiyorum gökyüzüne kanatlanan ve duvarları boyamak istiyorum dalga dalga...:)

BÜYÜK ZİYARET

Futbolsever bir ailenin çocukları Oktay ve Metin. Metin otizmli bir çocuk ve o da ailenin diğer üyeleri gibi bir futbolsever. Metin'in okulunu cumhurbaşkanı ziyaret edecek. Metin de cumhurbaşkanına çiçek verecek. Elbette Metin formasıyla vermek istiyor çiçekleri. Fakat ailenin parasal durumu uygun olmadığı için Metin'e forma alınamıyor. Kız kardeşi Oktay ise Metin için elinden geleni yapmaya hazır. Oktay da Metin'in en sevdiği kaleci olan Rüştü'ye durumu bildiren bir mektup yazar.
Erdem yayınlarından Sophie Smiley'in kaleminden çıkan kitapta isimler türçeleştirilmiş. Çok da iyi yapılmış. Çünkü küçük okuyucular yabancı isimleri algılamakta zorluk çekiyor. Futbolsever aile dizi olarak yayınlanmış bir   kitap . Kitabın alt metninde futbol olması oldukça dikkat çekici olmasını da sağlamış. Ayrıca otizmli bir karaktere yer verilmesi çocuklarda duyarlılık oluşturulması açısından oldukça önemli.
Hem futbol hem aile ilişkisi bir de üzerine otizmi işlemesi oldukça güzel olmuş. İyi okumalar

Yazar: Sophie Smiley
Çevirmen: Egemen Demircioğlu
Resimleyen: Michael Foreman

SERİNİN DİĞER KİTAPLARI

 :

 


21 Mayıs 2012 Pazartesi

KESKİN NANELİ ÖYKÜLER

Tolga Gümüşay'ın kaleminden on naneli öykü hem de keskin naneli:) İlginç kitap kapağı elbette benim açımdan çok ilgi çekici sayılmaz . Fakat gençler ne düşünür bilemem. Bir süre elimde dolaşan kitabı tüm öykü kitaplarını okuduğum gibi sindire sindire okudum. Bana kalırsa her öyküden sonra biraz durup nefes almak, öykünün ikliminde şöyle bir turlamak çok zevkli. Bu yüzden bir öyküden sonra hemen diğerine geçemem ben.
 On öykünün onunu da sevdim desem abartmış sayılmam. Keskin naneli de kadın duygusallığından ziyade erkek, üstelik de ergen bir erkeğin telaşını görmek buruk bir gülümseme bıraktı bende.
Monte Carlo Oteli ise bir kez daha sorgulattı gençlerin baş belası sınav sistemini ve elbette eğitim olanaklarını. İlk Koklayışta Aşk ise mizahın sularına sürüklerken beni kadın zekasının pırıltılarını hissediverdim. Doğrusu bundan da epey hoşlandım:) 
Jübile sanırım en sevdiğim öyküydü. Elbette şöyle bir geçmişe dönüvermedim desem koca bir yalan olur. Okul yıllarındaki İlyas, Mehmet, Ahmet amcaları hatırladım ve onların yüzlerinde eskimeyen sabır dolu, emek dolu çizgileri.
Öykü maalesef roman kadar okunan bir yazı türü değil. Ama eminim gençler bu öyküleri severek okuyacaklar.

16 Mayıs 2012 Çarşamba

ALEV KIZ ANİNNA

Bilgin Adalı beni aldı, bundan tam 10.000 yıl öncesine hem de Malatya yakınlarındaki Aslantepe Höyüğüne kadar götürdü. Senarist, yazar, belgeselci, öğretim üyesi ve daha bir çok unvanı olan yazar Önce Ninna ile tanıştırıyor bu kitabında okuyucusunu. Yaralı Ninna dünyaya ve tanımadığı insanlara alev saçlı bir bebek bırakır. Bebeğe adını köyün şamanı Kallu verdi annesini hatırlatsınlar diye: Aninna. Biz de Aninna ile beraber insanlık tarihinin köklerine kadar gidiyoruz. Telefonsuz, bilgisayarsız ve hatta yazısız:) Şamanların büyülü dünyasına doğru yola çıkıyoruz. İnsanlığın bugünlere nasıl geldiğini görebilmek için harika yolculuk başlıyor.
Alev kız Aninna önce yetenekleriyle dikkat çeker köy içinde. Ardından avcılıkta kendini gösterir bu sırada canlanan Manatla dostluğu yol arkadaşlığına dönüşür. Çünkü Aninna annesinin yani geçmişin izindedir.
Aninna ve Manat'a yolculuklarında Aninna'nın evcilleştirdiği kurt Kara da eşlik eder.
Bilgin Adalı geçmişte gezdirirken neler olmuyor ki? Uygarlığı adımlayan insanoğlunun öyküsünde geziniyor insan.

EYLÜL'DE AŞKLAR

Mine Soysal'ın kaleminden çıkmış sıcacık bir roman Eylül'de aşklar. Romanın ana karakterleri Can ve Eylül'ün lise-1 den lise-3'e uzanan çalkantılı, bunalımlı, mutlu, hüzünlü daha bir çok duygu dolu yıllarını hem Can'ın hem de Eylül'ün dilinden, bakış açısından okuyoruz. Romanın en önemli özelliği de bence bu. Hayatın gerçekliğinden beslenen romanda tamamen didaktik kahramanlardan çok hata yapan, hatalarıyla baş edemeyen, bu hataların üstüne tekrar hata yapabilen kahramanlar kanlı canlı. Sanki aynı sınıfta okumuşuz, sanki yan yana yürümüşüz Eylül'le, Can'la. Lise yıllarının getirdiği arayışlar ve bu arayışların sonucu kaybedilenler, kazanılanlar. Tüm bunlar üzerine sorgulatan düşündüren bir roman Eylül'de Aşklar.
Üzerine düşündürülen kavramların başında sadakat geliyor. Eylül'ün Can'ı aldatmasıyla. Aldatmanın altında nedenleri sorgulatıyor Eylül'ün ablası Nisan'ın haykırışıyla ve Eylül'ün kendini sorgulayışında. Dağılan bir ailede gencin gördüğü zarar ve ebeveynin önemini düşündürüyor. Can'ın babasını kaybetmesiyle ölümle baş etmeyi düşündürtüyor. En güzeli ise tüm bu sorgulamaları ve düşündürmeleri satır aralarında yapıyor. İşaret parmağını göstererek ''hayır bu yanlış!'' diyen öğretmen edasıyla değil.Bunlar dışında yaşanan deprem ve etkileri sosyal sorumlulukları hatırlatıyor.
Sürükleyici anlatımıyla da gençleri okumaya çağırıyor adeta.:)
Kalemine sağlık Mine Soysal diyorum:)

13 Mayıs 2012 Pazar

Günışığı Kitaplığı Eğitimde Edebiyat Semineri

İTÜ Geliştirme Vakfı Özel Dr. Natuk Birkan İlköğretim Okulu'nda gerçekleştirilen seminerin açılış konuşmasını Mine SOYSAL yaptı. Ardından  Yard. Doç. Dr. Nilgün Uluser İNAN da kitapların önemini belirterek o da okulu adına hoş geldiniz dedi.Dört ana oturum ve dört de uygulama sunumuna yer verilen seminer tüm gün sürerken kendi adıma oldukça doyurucu ve iyi bir seminer oldu.






İlk ana oturumda '' Felsefe ve Edebiyat Neden İç İçedir, Neden Önemlidir?'' başlığıyla  Prof. Dr. BETÜL ÇOTUKSÖKEN konuşmasını yaptı. Özellikle deneme türünün önemine değindi. Felsefenin kurmaca olmamasına rağmen, kurmaca olan edebiyatı anlamada, anlamlandırmadaki öneminin üzerinde durdu. Akşit GÖKTÜRK, Jean Paul SARTRE ve Nermin UYGUR'dan alıntılama yaparak zaman zaman fazla teknik olmakla beraber bilgi yüklü konuşmasını yaptı. Notlarımda bir yanlışlık yoksa Nermin Uygur'dan yaptığı bir alıntıyı aktarmak isterim:
'' Kitap çağrıdır, penceredir, arkadaştır, ağaçtır, evrendir, sağlığa giden yoldur...''

İlk ana oturumun ardından hemen bir uygulama sunumuna geçildi.  İTÜ Geliştirme Vakfı Özel Dr. Natuk Birkan İlköğretim Okulu 'ndan     SEDA KESANBİLİCİ 'nin sunumu Kim Takar Salatalık Kral’ı ile Yaratıcı Okumaydı. Birçok yöntem ve tekniğin birlikte kullanarak ve iyi bir planlamayla uygulanmış olan proje benim de kafamda yeni fikirlerin oluşmasını sağladı. Oldukça eğlenceli ve yaratıcı bir proje geliştirilmiş.

Kahve molamızın ardından salona döndüğümüzde bizi yeni bir uygulama sunumu bekliyordu. VKV Koç Özel İlköğretim Okulu'ndan SEVGİN EMREM, BESTE ÇELİKBAŞ'ın sunumu Hayaletli Gölün Çocukları ile Etkin Okuma Çalışmasıydı. Bir kez daha bir çok yöntem ve tekniğin kullanılması ve iyi bir planlamayla yararlı bir proje örneği daha gördük. Özellikle kitaptan yola çıkan öğrencilerin tasarladığı yüzükler ve kitap kahramanı Oğuz Balkaya çizimleri çok güzeldi. Bu sunumun ardından her sunumdan sonra yaptığı eleştiriler ve sorduğu sorularla kafamızda şimşeklerin çakmasını sağlayan dinleyicilerden birinin yaptığı yorum da yine anılmaya değer. Ölümü ve insan hayatındaki dramları sınıfta anlatmak ve konuşmak gerektiğini belirten dinleyici (yanlış hatırlamıyorsam ismi Necdet'ti) de önemli bir ayrıntıyı gözden kaçırmayarak belirtti.

Bu sunumdan da oldukça yararlandığımı belirtmek istiyorum. Özellikle ortaya çıkarılan ürünler harikaydı. Ben de hemen gelecek yıl için planlamaya başladım:) Tatlı bir heyecanla!

Yeniden ana oturuma geçtiğimizde karşımızda  İlköğretimde ve Lisede Şiir Paylaşmak başlığıyla MÜSLİM ÇELİK vardı. Bir şairden beklenilen sunumu yaptı elbette o da. Çeşitli şiir örnekleri vererek. 'Her insanın içinde şiir vardır' dedi.
6 Yıl Tam Pansiyon ile Okumada Üçüncü Boyut'u Bursa Bahçeşehir Koleji'nden MERAL ZAFER'in sunumuyla dinledik. Bu sunumda da yine hayal gücünün kullanılması sağlanarak güzel ürünler ortaya koyulmuş.

Sonraki ana oturumumuz dilinden, duruşundan ve gözlerinden oldukça etkilendiğim Karin KARAKAŞLI'nın konuşmasıydı. Teknolojiden faydalanmadan sunum yapacağını belirten gazeteci yazarı dinlerken bir kez daha anladım ki hiç bir teknoloji yürekten bir konuşma kadar etkili olamaz.
 Karin Karakaşlı'nın konuşmalarına dair notlarıma bakıyorum da öyle az ki bunun nedeni karşımda duran konuşmasını yapan insanın bir saniyesini bile kaçırmak istememdi. Kendi yaşamındaki kitabın yerinden de bahsederek gerçekten beni en çok etkileyen konuşmasını yaptı. Elbette bu konuşmanın ardından yanına gitmeden duramadım. Bu naif yazarın da bir kitabımı öğrencim için imzalattım:) 

Özel İzmir SEV İlköğretim Okulu'ndan MÜJDAT ATAMAN son uygulama sunumunu yaptı. Oldukça renkli geçen sunumda küçük bir drama da yapıldı.  Bir Kitabı Okurken Yaşamak: Konuşmak Yok başlığıyla sunum yapıldı. Kitabı önceden okuduğum için çıkarılan projede bir yaratıcılık göremedim. Kitabın kurgusu sınıfta uygulanmış. Öğrencilerin konuşturulduğu video ise tamamen kitaptan cümleler içeriyordu bunun yerine gerçekten yaratıcı örnekler olabilirdi.

Son olarak Yaşamın Her Anında Sanat ve Edebiyat başlığıyla ALİ POYRAZOĞLU çıktı sahneye. Modern bir meddah olan tiyatrocunun farkı ise iletişim gücü ve hitabın gücünde kendini gösteriyordu. Tiyatro için destek istemeyi unutmayan POYRAZOĞLU'nu dinlemek-izlemek büyük zevkti. Özellikle anıları öğretmenleri bir kez daha düşünmeye itiyordu. 







Velhasıl oldukça verimli bulduğum seminerde bir de Mine Hanımla tanışma olanağım oldu. Elbette onu okulumda düzenlediğim yarışma için imza gününe de çağırmayı ihmal etmedim. Eminim bizi(öğrencilerimi) unutmayacaktır.

Okuldan bir arkadaşımla gittiğim seminerden çıkarken ikimizde hemfikirdik. Aralık seminerine de mutlaka katılacağız.

Bu arada uygulama sunumlarının tamamı özel okullardandı. Yüksek imkanlara sahip bu okullarda yapılan uygulamalar dışında devlet okullarına da yer verilebilirdi. Elbette devlet okullarında da üstelik daha sınırlı olanaklarla güzel uygulamalar yapılıyor. Umarım sonraki seminerlerde devlet okullarını da görürüz.

10 Mayıs 2012 Perşembe

AY DENİZLE BULUŞUNCA

Yürekleri ısıtan sımsıcak bir öykü Aykızı ve Deniz'in öyküsü. Karin Karakaşlı'nın kaleminden çıkan öykünün kahramanları Deniz annesini kaybetmiş. Babası yeniden evlenince o da teyzesinin yanına yerleşerek yalnızca yaz tatillerinde babasının yanına gelir. Ama annesine mektuplar yazarak ona sesini duyurmaya çalışır.
Aykızı ise ona ismini veren teyzesini daha doğmadan kaybetmiş. Hiç görmese de teyzesini çok seviyor ve oda aya bakarak teyzesiyle konuşuyor.

Bu iki hassas gencin yolları bir yaz komşulukla başlıyor ve aralarında derin bir dostluk oluşuyor.
Yüreklere dokunan öykü 1997'de Bu Yayınevi Roman Yarışmasında mansiyon alarak yayımlanan ilk kitabıdır Karin Karakaşlı'nın

7 Mayıs 2012 Pazartesi

PENGUENLER FLÜT ÇALAMAZ

Sevim Ak'ın enfes dili ile kaleme alınmış sekiz öyküden oluşan kitabın ilk öyküsü PENGUENLER FLÜT ÇALAMAZ.
Kitaptaki Diğer Öyküler:
Napoliten Şarkı
Madam Lulu'nun Şapkası
Karga Fırfır Bir Oyun Oynuyor
Açıkgöz ile Süs
Açelyanın Upuzun Bir Günü
Taa Samanyolu
Kayıp Eşya Bürosu

Ben en çok 'Karga Fırfır Bir Oyun Oynuyor' u sevdim. Oyuncu bir karga ve Pamuk Hanım'ın kuklalarının öyküsü bu. Yaramaz Karga Fırfır renkli kumaş koleksiyonu yapar. Her şeyden habersiz Karga Fırfır'ın koleksiyonunu keşfeden Pamuk Hanım bir birinden güzel kulalar yapar. Karga Fırfır da bu kuklaları kentin en önemli binalarına bırakır. Kentte heyecan uyandıran kuklalar bir süre sonra bir firma tarafından üretilerek her eve girmeye başlar:)

6 Mayıs 2012 Pazar

VANİLYA KOKULU MEKTUPLAR

Şöyle sımsıcak bir vanilya kokusu kimin içini ısıtmaz ki. Hele de insanın hayatını değiştiren mektuplardan geliyorsa bu koku işte o zaman tadına doyum olmaz:)
Sevim Ak'ın her zamanki ustaca kullandığı sözcükleriyle kokusuna doyulmaz bir kitap olmuş. Kitaptan kısaca bahsedersek Kıymık anneannesiyle yaşar ve onun yanında çooook sıkılmaktadır. Çünkü anneannesi sürekli şikayet eden dahası yüzü gülmeyen biridir. Ama Kıymık(Bu arada isim seçimi harika) hayata çok bağlı ve yaratıcı bir çocuktur. Anneannesi ona çok fazla harçlık vermez. Kıymık ise Baldudak'ı sinemaya götürmek ister. O da biraz para kazanmak için her gün Bay Tırtır'a kitap okur. Ama önce anneannesine ardından da Bay Tırtır'a gelen mektuplar hayatlarını değiştirmeye başlar. Bu mektuplar da öyle sıradan değillerdir. Hem vanilya kokar, hem göndereni bilinmez, hem de mektupta masallar vardır. Elbette devamı kitapta:)
Sımsıcak, hayat dolu bir öykü Kıymık ve çevresinin öyküsü. Çocuklara papatyalarla dolu bir dünyanın kapısını aralıyor sanki. Ellerine sağlık Sevim Ak diyorum. Tadı damağımda kalmış kitabın ardından:)

GÜNEŞİ BİLE TAMİR EDEN ADAM

Kitap oldukça mizahi bir dille kaleme alınmış eğlenceli bir kitap. Günümüz tüketim çılgınlığını ele alan Behiç Ak geçmişin değerini de hatırlatıyor.
Kitap Tamirci Kadir Bey hakkında. O öyle biridir ki adadaki her şeyi onarabilme yeteneğine sahiptir. Öyle ki evdeki makinelerden lavabolara ve hatta kırık kalplere kadar. Bu becerikli tamirciliğinin yanında bir de tüm çocuklara ve büyüklere eşyaların kişisel tarihlerini anlatır. Böylece tarihsel değerini de hatırlatmış olur. Üstüne bir de kedi dostudur. Eee bu kadar iyi bir insanı sevmezler mi? Sevmez olurlar mı severler tabii ki ama sevmeyenler de vardır. Üstüne bir de ada halkı artık alış-veriş yapmak ve eşyalarını değiştirmek isterler ama bu Kadir Bey adadayken mümkün değildir. Elbette devamı kitapta.
Sihirli ve etkileyici diliyle eminim çocukların severek okuyacağı güzel bir kitap olmuş.

4 Mayıs 2012 Cuma

KİM TAKAR SALATALIK KRAL'I( Wir Pfeifen auf den Gurkenkönig)

Salatalıktan da kral olur muymuş demeyin. Öyle bir kral oluyor ki bu kitapta hem kibirli, hem bencil, hem de sahtekar. Hogelmann ailesi aslında bize klasik bir Türk ailesini anımsatacak kadar sıradan bir aile. Öyle ki bir akşam mutfakta kendini beğenmiş salatalık kral ortaya çıkana dek. İşte bundan sonra bu sıradan aile evini oldukça tuhaf olaylar beklemektedir. Evde kaybolan eşyalar, kilerde ortaya çıkan Kumi-Oriler  derken oldukça  tuhaf bir o kadar da eğlenceli olayları  evin oğlu Wolfgang'ın satırlarından okuruz.

Hikayede aile içinde anne-baba rollerine değinirken Kumi-Orilerin de son kalan kumi-Ori kralını tahtından indirdiklerini okuyoruz. Bu krallık aktarılırken de yönetim üzerine düşündürmeyi de ihmal etmiyor yazar. Bunun yanında bir abla-kardeş işbirliği ve bir genç kızın ilişkilerine de yer verilmiş. Herkesin eşit haklara sahip olduğu ve karşımızdakinin de her ne olursa olsun kendi hakları olduğunu da hatırlatması yazarın yerinde olmuş.

Daha yazacak çok şey var ama siz en iyisi okuyun-önerin derim ben.:)
Değinmeden geçmemek gerek kitabın yazarı Cristine Nöstlinger 1984 Hans Cristian Andersen gibi çok önemli  bir çok ödülün de sahibi. Ayrıca bu kitabıyla da Alman Gençlik Edebiyatı Ödülünü de almıştır.

1 Mayıs 2012 Salı

HAYALETLİ GÖLÜN ÇOCUKLARI

Yeşim Armutak'ın kaleminden çıkmış kitap öncelikle beni tuttuğu gibi çocukluk yıllarıma ve çocukluk yıllarımın muhteşem hayal dünyasına sürükleyiverdi. Akıcı dili ve anlaşılır, açık üslubu çocuklar için vazgeçilmez olacaktır. Özellikle dili kullanışındaki berraklık, betimlemelerindeki dikkat gözden kaçacak gibi değil.

Kitabın konusuna gelince Büyüteç, Bilye, Efe ve Melodi'nin yaz tatili boyunca yaşadıkları ve kendi düş güçleriyle de destekledikleri inanılmaz macera. İnanılmaz diyorum ya yazar olayları öyle ustaca kurgulamış ki her yetişkinin çocukluğunda, her çocuğun kendi dünyasında bulabileceği hayaller olmuş.
Mahalleye taşınan Kuklacı Usta öncelikle çocukların dostları arasına karışıyor. Ardından göl kıyısına yapılan bir yolculukta kayalıktaki bir mağarada bir çene kemiği parçası, yüzük ve bir de el yazması kağıt parçası bulunur. Elbette tüm bunların gizemli olayları işaret ettiği aşikardır. Dört kafadar Kaptan'dan yardım isterler ve olaylar iyice karışır. Elbette devamı kitapta olan bu heyecan dolu macera kitabı çocukların da severek okuyacakları heyecanlı bir kitap olmuş.

Ayrıca yazarın diğer bir kitabı olan 'Bataklığın Kıyısındaki Ev' ÇGYD 2007 Yılın En İyi Çocuk Romanı Jüri Özel Ödülü'ne layık görülmüş.


29 Nisan 2012 Pazar

ŞATŞAT NEREYE?

Sid De Lit' e gitmek öyle pek kolay değil. Öncelikle okaliptüs ağaçlarının köklerinde yaşayan amuda kalkmış koalaları takip etmek gerekir. Bu yol Sit De Lit'e dünyadan ulaşmanın tek yoludur. Kitabın kahramanları9 Şatşat ve Kunikul ise tam bir Sit De Lit yerlisidirler ki kocaman tavşana benzer kulakları vardır.

Sit De Lit'in ise bir sorunu var. Burada hiç güneş batmaz ve gece hiç olmaz. Bu nedenle Sit De Litliler uykusuzluk sorunu çekmektedirler. Şatşat ise yıldızları merak eder. Yıldızlara olan bu merak Şatşat ve en iyi arkadaşı Kunikul'u oldukça tuhaf bir yolculuğa sürükler. Yolculukta karşılarına Kont Eşit Kollu Terazi gibi ilginç kişiler de çıkacak.

Kitabın arka kapağına baktığımda Alice Harikalar Diyarında'yı ve Şapkacıyı hatırladım. Okuduğumda ise başka bir harikalar diyarının tasarısını buldum. Kitabın arkasında on yaş üstü dese de bence bu kitap büyüklere yazılmış bir kitap. Cümleler ve kullanılan kavramların daha çok büyüklere ya da gençlere uygun olduğunu düşündüm. Dili akıcı ve duru kullanan yazarın karakterleri de oldukça enteresan olmuş.

Ayrıca arka kapak yazısı oldukça güzel yazılmış. Kitaba dikkat çekmeyi başarıyor. Bu arada kitap üç kitaplık seri olarak tasarlanmış. Serinin ilk kitabı yıldızsız ülkeydi. Devanı da umarım yakın zamanda okuyucusuyla buluşur.


Doğan Egmont yayınlarından çıkan kitabın yazarı aynı zamanda dizi ve reklam oyunculuğu yapan Dilşad Çelebi. Ayrıca seksen bölümlük Bekir, Tekir ve Kuyrukları adlı çizgi film serisi de yazmış. Bu ilk kitabında  genç yazara başarılar diliyorum.(http://tvarsivi.com/dilsad-celebi-satsat-nereye-kitabi-hakkinda-bilgiler-aktariliyor-25-01-2012-izle-i_2012010658815.html)

28 Nisan 2012 Cumartesi

5 ÇOCUK 5 İSTANBUL

Turuncu saçlı Mert, kırmızı fesli Hamdi, mor aynalı Helen, mavi para keseli Milya ve kemik tokalı kız. İşte İstanbul'un beş dönemi ve her birinin kısacık hikayesi. İstanbul'un tarihine küçücük yaşlarda ilgi çekebilecek güzellikte hazırlanmış güzel bir kitap olmuş.

Betül Sayın'ın kaleme aldığı kitap yine kendisi tarafından resimlenmiş. 2006 yılında Uluslararası Çocuk Kitapları Kurulu(IBBY) tarafından illüstrasyon dalında onur listesine seçilmiş kitabın rengarenk sayfalarında eminim çocuklar da çok güzel ve ilgi çekici bir tarih yolculuğuna çıkacaklar.

PAT PAT PAPATYA

Okula yeni başlayan çocuklara okutulacak ya da yatma vaktinde anne- baba şefkatiyle okunacak güzel bir öykü kitabı.

Doğadaki varlıkların farklılıkları konu alan kitap beraberinde arkadaşlık temasına da değinmiş. Resimlenirken fazla ayrıntı verilmeyerek yaş seviyesi dikkate alınmış.

17 Nisan 2012 Salı

Zaman Bisikleti

Bir bilgisayar ve ona bağlı bir bisiklet ve hoooop doğruca Karain'e. Hem de yüz milyon yıl öncesine. Karain'de ilk baltanın, mızrağın nasıl icat edildiğini görmeye. Çuka ve Anin'i uzaktan izlemeye. Hem izlemeye hem de öğrenmeye.

Çuka ve Anin yüz milyon yıl önce Karain'de yaşamış iki kardeş. Üstelik çok da meraklı ve akıllılar. Yazarımız da kızlarıyla Çuka ve Anin'i uzaktan izlerken tarihe tanıklık ediyor. Elbette sadece uzaktan izliyorlar tarihte bir değişikliğe neden olmamak için.

Oldukça eğitici bir dille Bilgin Adalı tarafından kaleme alınan kitap aynı zamanda çocuklar için de çok eğlenceli.
Her çocuğun zevkle okuyabileceği aynı zamanda buluş yapmanın ve tarihin önemi anlatan kitabın dili biraz kuru kalsa da heyecanlı olaylar içinde bu fazla göze çarpmıyor.

14 Nisan 2012 Cumartesi

Uzayda Bir Yatılı Okul

Suzan Geridönmez'in incelediğim ilk kitabı olan bu kitabı elime aldım ve elimden bırakamadan bitirdim. Kitabı okurken fazlasıyla heyecanlandım. kıvrak ve akıcı dili, anlatımının sadeliğiyle tam kararında buldum kitabı.

Konusuna gelirsek Negezeg adlı gezegende insandan evrimleşerek oluşan Nasnilerden olan Yazu'nun önemli bir sorunu vardır. Okulda büyük zorluk yaşayan Yazu'nun aynı zamanda olumlu enerji şarjı çabuk bitmektedir. Bunun sebebini daha sonra öğrenecek olan Yazu Negezeg'de az görülen insan geniyle doğan nasnilerdendir.

Yazu'nun tarih sınavı kötü geçer ve sınıfta kalmak üzeredir. Bir de kardeşlerinin doğacağını öğrenen Yazu artık ailesi tarafından sevilmediğini düşünür. Böylece Kayıp Orman'daki Özel-Gen yatılı okuluna gitmeye karar verir.
Fakat Özel-Gen'de Yazu'yu büyük bir sürpriz beklemektedir. Özel-Gen yalnızca insan genlilerin kabul edildiği bir okuldur. Okulun müdürü Hayin Başkan ise hain planlarını gerçekleştirmek için öğrencileri geleceğin askerleri olarak yetiştirmek üzere kurmuştur okulu.

Çok sıkı kurallı olan okulun öğretmenleri ise etkileyici kurgulanmış Bollaf-Dünya Tarihi , Faşimo-Üstün Gen Teorisi, Ruhana- İnsan ruhu ve davranışları, Mızıl-Ahlak değerleri, General- Darbe ve Savaş dersi. Okulun sloganı da oldukça imalı: GENİMİZDE İNSAN, HEDEFİMİZDE DÜNYA DÜZENİ VAR.

Bir gün derste Faşimo elinde mezurayla sınıfta dolaşıp gözüne kestirdiği öğrencinin kafa ölçüsünü alarak üstün -gen teorisine göre ideal kafa ölçüsünü açıklayarak nasnileri de üçe ayırır: beyaz-kara ve desenliler bunlar arasında da hiyerarşi koyarak en değersizlerin desenliler olduğunu söyler. Böylece Yazu ve Taluta'nın hazırladıkları isyan planına daha fazla katılımcı toplarlar.

Elbette kitabın sonunu yazmayacağım. Ana tema olarak ayrım yapmayı alan kitap her bireyin eşit olduğunu anlatıyor. Bunun yanında savaş karşıtlığı, hırs, öfke ve kin karşıtlığı dersleri de veren kitap mutlaka okunmalı okutulmalı. Dünya düzenini iyi bir kurguyla eleştiren kitap benim için de Suzan Geridönmez'le tanışmak için iyi bir adım oldu.

Yazu'nun ilk okulu her şeyin ilerlemesine rağmen günümüz okullarını yansıtmayıp daha eğlenceli ve ilgi çekici olabilirdi. Sınıfta kalmanın olması ise Negezeg'e pek yakışmamış. Ayrıca aileye yeni katılacak bireylere kitabın sonunda değinilebilirdi.



Domates Saçlı Kız

Tüyap'da Can yayınlarının Can Çocuk bölümünde bakınırken gördüm Domates Saçlı Kız'ı. Anında hayalgücüm işlemeye başladı domates saçlı bir kız, hoplayıp zıplayan, tüm mahalleyi birbirine katan:) Kitabı ancak okuyabildim. Kitap elime aldığım anda hayal gücüm kaldığı yerden çalışmaya koyuldu. Fakat bir mahalle yerine bir yetiştirme yurduna gittim bir anda. Ne yazık ki benim başkahraman gibi bir denizci şapkam olmadığı için kitaplarla gidiyorum beni götürdükleri yere.

Kitabın başkahramanı Güneş ismi bile ışıl ışıl seçmiş Sevim Ak. İlk mekan ise yetiştirme yurdu. Sevim Ak burayı pek sempatik anlatmış. Canlı arkadaşlık ilişkisi ve bol bol hayaller. Bir de herkesin annesi Sulak Anne :) Güneş ailesini hiç tanımamış ve tüm hayatını yetiştirme yurdunda geçirmiş ta ki bir gün annesi onu gelip alıncaya kadar. 

Buradan sonra Güneş'in annesi, babası ve abisiyle olan hayatı başlıyor. Elbette ki renkli arkadaşların yerini aile sorunları almaya başlıyor. Ardından mahalle arkadaşlıkları. Uyum sağlamakta güçlük çeken Güneş sonunda evden kaçarak Sulak Anne'ye gidiyor. Böylece Sulak Anne'nin hiç bilmediği öyküsünü de öğrenmiş oluyor.

Ailesinin yanına dönen Güneş'in hayatına dayısı ve en önemlisi dedesi giriyor. 

Sevim Ak'ın akıcı ve masalsı dili ile renklenen kitapta Güneş'in annesiyle ilişkisinde ve eve gelişindeki olaylar biraz zorlama kalmış. Güneş'in aklındaki soru neden onca zaman annesinin onu aramaması. Hayal kırıklığı ise annesinin üvey babasına olan kızgınlığı nedeniyle Güneş'i eve getirmesi. Bunun üzerinde fazla durulmamış. Açıklığa kavuşturulsa daha iyi olabilirdi.

Bir de yurt arkadaşlarından birinin nişanlanması ve mahalle arkadaşının ise mendil satması var bu konulara değinilmesine rağmen çok kısa kesilerek devamı getirilmemiş.

Elbette anlatıcılara değinilmeden bu yazı bitmez:) Anlatıcılarımız Çürük Yumurta Kenti'nin iki geveze kargaları Tıktık ve Tiktak . Çerçeve metinde bu iki gevezenin de yorumlarını eylenerek okuyabiliriz.

Sonuç olarak rengarenk isimleriyle okunulası bir kitap olmuş Sevim Ak'ın Behiç Ak'ın çizgileriyle renklenen Domates Saçlı Kız'ı

Ölümsüz Aile(Tuck Everlasting)

Ölümsüz olmak... Ne muhteşem olurdu değil mi? Şöyle kuytu bir ormandan kimsenin bilmediği gizemli bir pınardan bir kaç yudum su vee hooopp artık ölümsüzsün! Sonsuza kadar genç kalacak ve yaşayacaksın. Elbette yüzyıllardır aranan ölümsüzlük hep insanoğlunun hayali olagelmiştir. Natalie Babbitt ölümsüzlüğe farklı bir bakış açısıyla bakmış bu kitapta ve çok da iyi bir iş çıkarmış.

Konusuna gelecek olursak elbette ki ölümsüzlük. Canı sıkılan küçük Winnie bir akşam cesaretini toplar ve biraz dolaşmak üzere evden koruya doğru yola çıkar. Koruda ise görür görmez büyülendiği Jesse Tuck ile karşılaşır. Jesse yüz dört yaşında olmasına rağmen hala on yedi yaşında görünmektedir. Winnie daha sonra Tuck ailesinin tüm bireyleriyle tanışır ve onlarla dost olur.

Kitabın ana teması ise ölümsüzlük yüzünden ailenin nasıl perişan bir halde olduğu ve aslından bunun bir lütuftan çok lanet olduğunu düşünmeleri. Fakat güzel bir denge kurulmuş ki tüm aile bireyleri aynı şeyleri yaşamalarına rağmen hepsinin farklı fikirlere sahip olması ve okuyucunun kendi seçimine izin verilmesi.

Kitap çeviri olmasına rağmen çok fazla hatası yok. Dili oldukça güzel aktarmış(Tabi aslıyla karşılaştırmak gerekir ama rahatsız etmiyor.) Yalnız kitapta beni rahatsız eden çözüm bölümü oldu. Sırlarını korumak isteyen Tuck ailesinin annesi Mae bir cinayet işliyor ve bu  da olayları biraz karıştırsa da sonuçta sırrın korunması konusunda çözüm olarak sunulmuş. Ben sonuna kadar farklı bir çözüm beklemiştim fakat hayal kırıklığına uğradım. Cinayetin ve ölümün bir çözüm olarak getirilmesi oldukça rahatsız edici.

Kitaptaki bir diğer naif ayrıntıda ayrıca gülümsetti beni. Kitabın İş bankası yayınlarında da kullanılan kapağındaki kurbağa:)) Kurbağalar oldumolası sevimli gelmiştir bana. Burada da kitabın en önemli noktalarında adeta bir mühür gibi ortaya çıkmış. Öncelikle Winnie bahçedeyken, ardından Winnie ormandayken, daha sonra Winnie eve dönünce ki burada ölümsüzlüğe ulaşıyor. En sonunda yıllar yıllar sonra Tuck ailesi yeniden Treegap kasabasına geldiğinde. Sanki hep orada ve hep gülümsüyor.


16 Mart 2012 Cuma

İSTANBUL'U ÇALIYORLAR

Bir gün Süleymaniye Cami'nin kubbesi bir anda ortadan yok olsa neler olur? Neler olmaz ki elbette:) Derken Galata Köprüsü sonra Yerebatan Sarnıcı... Neler neler olur hem de. İstanbul'u çalanlar bir çete elbette. Üstelik tarihi eser kaçakçılığı yapan bir çete. Bu çetenin de peşinde Ömer Hepçözer ve yardımcısı dedektif bir de Mahmut komiser var.

 Heyecanlı bir polisiye çocuk kitabı olmuş elbette. Polisiye büyüklerin olduğu kadar çocukların da hakkı. Özellikle de klasik çocuk kitaplarından hoşlanmayan çocuklar için farklı bir seçim değil. Önemli olan çocuk yaşta okuma alışkanlığı kazanmak.
  Kitabın içinde her ne kadar zaman zaman yapaylığa düşülse de tatmin edici olacağından şüphem yok. Resimlemeler de daha iyi yapılsaydı çok daha ilgi çekici olabilirdi.