28 Mayıs 2012 Pazartesi

ARKANA BAKMA (LİSAS GESHİCHTE, JASİMS GESHİCHTE)


Sarsıcı, düşündürücü, sorgulayıcı, sorgulatıcı, yüreklendirici bir kitap 'ARKANA BAKMA'. Alman yazar Kirsten Boie yirmi yıl kadar önce yazdığı ama hala düşündüren kitabı neler hakkında düşündürmüyor ki. Ergenlik sorunlarıyla (Lisa'nın taşınmasıyla birlikte yeni çevresine uyum sağlayamaması, erkek arkadaşıyla arasına giren mesafe ve akran baskısı) başlayan kitapta yılların maalesef eskitemediği evrensel konular(ırkçılık, sığınma hakkı) da işlenmiş.
Sözcüğün en sert anlamıyla iki ayrı dünyanın insanı Lisa ve Jasim'in hayatını okurken zaman zaman düşündüren zaman zaman ise gülümseten usta bir öyküyle başbaşayız. Lisa kendi bireysel problemlerine odaklı bir ergen ki onu alış-veriş ve geride bıraktığı erkek arkadaşı dışında pek fazla şey ilgilendirmiyor. Jasim ise ülkesinden kaçmış, Almanya'da yurda sığınan bir sığınmacı. İkisinin tek ortak noktasıysa aynı mahallede yaşıyor olmaları.
Lisa'nın abisi Theo ile farkıysa Theo'nun babasıyla çatışarak(Babası çevredeki emlak fiyatlarının yurttan etkilendiğini savunan bir grupla hareket ediyor. Oysa o da gençliğinde odasının duvarına Che posterleri asmış ve gerektiğinde yollara dökülmüştür.) ve hatta onu ilkelerine ihanetle suçlayarak sığınmacılardan yana tavır alması.

Bana kalırsa kitabın en çarpıcı karakteri kişisel kaygılarıyla hareket ederken vicdanı arasında kalan, orta yol bulmak için adeta kıvranan Lisa'nın babası. Orta yol bulmaya çalışırken de sık sık tavrının yalnızca mülkiyetle ilgili olduğunu vurguluyor. Bu arada Roza Luxenburg'dan da güzel bir alıntı yapmayı ihmal etmiyor. 'Özgürlük yalnızca ve daima farklı düşünenlerindir.'

Kıtabın son bölümünde yazarın sonradan eklediği bölüm var ki düşüncelerimi özetlemiş. Her ne kadar kitabın yazım tarihi nedeniyle hızla gelişen teknolojiye yer veremese de değişmeyen gerçeklikler hala değişmemeye devam ediyor. Lisa'nın öyküsü yeniden yazılsa muhtemelen ufak tefek değişiklikler olacaktır elbette; fakat Jasim'in öyküsünde duşlar dahil hiç bir değişme olmayacaktır sanırım.

Kısacası gençler için, dünyaya eleştirel gözle tekrar bakmak isteyenler için harika bir kitap. Bu arada belirtmeden geçmeyeyim 1950 doğumlu Kirsten Boie üç kez Hans Cristian Andersen ödülüne aday gösterilerek, bir çok kez de farklı ödüller almış. Suzan Geridönmez ise çevirisini yaparak bizlerle harika bir kitabı buluşturdu.


23 Mayıs 2012 Çarşamba

BABAMIN GÖZLERİ KEDİ GÖZLERİ(Dad’s Eyes Are Cat Eyes)

Bugün ne yapacağımı bilemeden evde dolandım durdum. Erkenden kalkmış, kahvaltı yapmış, internette oyalanmış, yatak çarşaflarını bile değiştirmiştim. Biraz gidip eşime bulaştım, kedi gibi sokuldum. Sonra da sehpanın üzerinde bir kaç haftadır beni bekleyen kitaba iliştim. Yine bir Sevim Ak kitabı:) Ne yapayım Sevim Ak'ın sözcükleri, renkleri ve yarattığı dünya içinde kaybolup gitmeyi çok seviyorum. Kelimeler usulca düşüyor kaleminden sanki kar taneleri gibi. Ardından sıcacık sarıyor beni cümleleri ve kadim son elbette kitabı bitirmeden bırakamıyorum.
Bu defa okuduğum kitap 'BABAMIN GÖZLERİ KEDİ GÖZLERİ' oldu.
'Bir baba nasıl kaybolur? Kaybolursa nasıl bulunur? Gazetelere ilan mı verilir?'
diye soruyor Ayçiçeği. Bazen büyükleri anlamak gerçekten zor olsa gerek. Bir şeyler yaparlar, üzülürler, sevinirler, acı çekerler... Ama çocuklara açıklama yapmazlar. Oysa bir çocuk üzüldüğünde, sevindiğinde, acı çektiğinde her şeyi bilmek isterler. Anlatmak çok mu zordur? ya da anlatmayınca çocuk fark etmeyecek midir? Hele de insanın babası kaybolsa bunu anlamaz mı? Elbette anlar. Hem de çok özler. Ayçiçeği de babasının kaybolmasından sonra günlük yazmaya başlıyor. Biz de Ayçiçeği'nin yaşadıklarını günlüğünden öğreniyoruz.
Şimdi ben de kendi günlüklerimi hatırlıyorum. Benim babam kaybolmamıştı ama günlük yazmayı pek severdim. Neler yazmazdım ki günlüğüme:) Şimdi düşününce pek özel şeyler hatırlıyorum. Sonra da günlüklerimin hazin sonunu. Hepsi yakılmak suretiyle yok edildiler. Ne de olsa çok özellerdi :)
Her neyse kitaptan çıkıp benim günlüklerime gittik. Gelelim Ayçiçeği'nin kedi gözlü babasına. Bu baba da çok özel, öyle diğer babalara pek benzemiyor. Her yerden ıvır zıvırları çıkan; kitaplık, sandalye, radyo, çamaşır makinesi hatta yağmurluk yapabilen bir baba. Sonradan anlaşılır babanın hobi sahibi olması ve hobilerin önemi.
Daha çok şey var elbette kitapta eşyalar, eşyaların önemi ve kişilikleri, hayvan sevgisi...
Kısacası çok özel bir günlükten taşan açılan rengarenk bir dünya...
HAMİŞ: Ben de sandalye yapmak istiyorum gökyüzüne kanatlanan ve duvarları boyamak istiyorum dalga dalga...:)

BÜYÜK ZİYARET

Futbolsever bir ailenin çocukları Oktay ve Metin. Metin otizmli bir çocuk ve o da ailenin diğer üyeleri gibi bir futbolsever. Metin'in okulunu cumhurbaşkanı ziyaret edecek. Metin de cumhurbaşkanına çiçek verecek. Elbette Metin formasıyla vermek istiyor çiçekleri. Fakat ailenin parasal durumu uygun olmadığı için Metin'e forma alınamıyor. Kız kardeşi Oktay ise Metin için elinden geleni yapmaya hazır. Oktay da Metin'in en sevdiği kaleci olan Rüştü'ye durumu bildiren bir mektup yazar.
Erdem yayınlarından Sophie Smiley'in kaleminden çıkan kitapta isimler türçeleştirilmiş. Çok da iyi yapılmış. Çünkü küçük okuyucular yabancı isimleri algılamakta zorluk çekiyor. Futbolsever aile dizi olarak yayınlanmış bir   kitap . Kitabın alt metninde futbol olması oldukça dikkat çekici olmasını da sağlamış. Ayrıca otizmli bir karaktere yer verilmesi çocuklarda duyarlılık oluşturulması açısından oldukça önemli.
Hem futbol hem aile ilişkisi bir de üzerine otizmi işlemesi oldukça güzel olmuş. İyi okumalar

Yazar: Sophie Smiley
Çevirmen: Egemen Demircioğlu
Resimleyen: Michael Foreman

SERİNİN DİĞER KİTAPLARI

 :

 


21 Mayıs 2012 Pazartesi

KESKİN NANELİ ÖYKÜLER

Tolga Gümüşay'ın kaleminden on naneli öykü hem de keskin naneli:) İlginç kitap kapağı elbette benim açımdan çok ilgi çekici sayılmaz . Fakat gençler ne düşünür bilemem. Bir süre elimde dolaşan kitabı tüm öykü kitaplarını okuduğum gibi sindire sindire okudum. Bana kalırsa her öyküden sonra biraz durup nefes almak, öykünün ikliminde şöyle bir turlamak çok zevkli. Bu yüzden bir öyküden sonra hemen diğerine geçemem ben.
 On öykünün onunu da sevdim desem abartmış sayılmam. Keskin naneli de kadın duygusallığından ziyade erkek, üstelik de ergen bir erkeğin telaşını görmek buruk bir gülümseme bıraktı bende.
Monte Carlo Oteli ise bir kez daha sorgulattı gençlerin baş belası sınav sistemini ve elbette eğitim olanaklarını. İlk Koklayışta Aşk ise mizahın sularına sürüklerken beni kadın zekasının pırıltılarını hissediverdim. Doğrusu bundan da epey hoşlandım:) 
Jübile sanırım en sevdiğim öyküydü. Elbette şöyle bir geçmişe dönüvermedim desem koca bir yalan olur. Okul yıllarındaki İlyas, Mehmet, Ahmet amcaları hatırladım ve onların yüzlerinde eskimeyen sabır dolu, emek dolu çizgileri.
Öykü maalesef roman kadar okunan bir yazı türü değil. Ama eminim gençler bu öyküleri severek okuyacaklar.

16 Mayıs 2012 Çarşamba

ALEV KIZ ANİNNA

Bilgin Adalı beni aldı, bundan tam 10.000 yıl öncesine hem de Malatya yakınlarındaki Aslantepe Höyüğüne kadar götürdü. Senarist, yazar, belgeselci, öğretim üyesi ve daha bir çok unvanı olan yazar Önce Ninna ile tanıştırıyor bu kitabında okuyucusunu. Yaralı Ninna dünyaya ve tanımadığı insanlara alev saçlı bir bebek bırakır. Bebeğe adını köyün şamanı Kallu verdi annesini hatırlatsınlar diye: Aninna. Biz de Aninna ile beraber insanlık tarihinin köklerine kadar gidiyoruz. Telefonsuz, bilgisayarsız ve hatta yazısız:) Şamanların büyülü dünyasına doğru yola çıkıyoruz. İnsanlığın bugünlere nasıl geldiğini görebilmek için harika yolculuk başlıyor.
Alev kız Aninna önce yetenekleriyle dikkat çeker köy içinde. Ardından avcılıkta kendini gösterir bu sırada canlanan Manatla dostluğu yol arkadaşlığına dönüşür. Çünkü Aninna annesinin yani geçmişin izindedir.
Aninna ve Manat'a yolculuklarında Aninna'nın evcilleştirdiği kurt Kara da eşlik eder.
Bilgin Adalı geçmişte gezdirirken neler olmuyor ki? Uygarlığı adımlayan insanoğlunun öyküsünde geziniyor insan.

EYLÜL'DE AŞKLAR

Mine Soysal'ın kaleminden çıkmış sıcacık bir roman Eylül'de aşklar. Romanın ana karakterleri Can ve Eylül'ün lise-1 den lise-3'e uzanan çalkantılı, bunalımlı, mutlu, hüzünlü daha bir çok duygu dolu yıllarını hem Can'ın hem de Eylül'ün dilinden, bakış açısından okuyoruz. Romanın en önemli özelliği de bence bu. Hayatın gerçekliğinden beslenen romanda tamamen didaktik kahramanlardan çok hata yapan, hatalarıyla baş edemeyen, bu hataların üstüne tekrar hata yapabilen kahramanlar kanlı canlı. Sanki aynı sınıfta okumuşuz, sanki yan yana yürümüşüz Eylül'le, Can'la. Lise yıllarının getirdiği arayışlar ve bu arayışların sonucu kaybedilenler, kazanılanlar. Tüm bunlar üzerine sorgulatan düşündüren bir roman Eylül'de Aşklar.
Üzerine düşündürülen kavramların başında sadakat geliyor. Eylül'ün Can'ı aldatmasıyla. Aldatmanın altında nedenleri sorgulatıyor Eylül'ün ablası Nisan'ın haykırışıyla ve Eylül'ün kendini sorgulayışında. Dağılan bir ailede gencin gördüğü zarar ve ebeveynin önemini düşündürüyor. Can'ın babasını kaybetmesiyle ölümle baş etmeyi düşündürtüyor. En güzeli ise tüm bu sorgulamaları ve düşündürmeleri satır aralarında yapıyor. İşaret parmağını göstererek ''hayır bu yanlış!'' diyen öğretmen edasıyla değil.Bunlar dışında yaşanan deprem ve etkileri sosyal sorumlulukları hatırlatıyor.
Sürükleyici anlatımıyla da gençleri okumaya çağırıyor adeta.:)
Kalemine sağlık Mine Soysal diyorum:)

13 Mayıs 2012 Pazar

Günışığı Kitaplığı Eğitimde Edebiyat Semineri

İTÜ Geliştirme Vakfı Özel Dr. Natuk Birkan İlköğretim Okulu'nda gerçekleştirilen seminerin açılış konuşmasını Mine SOYSAL yaptı. Ardından  Yard. Doç. Dr. Nilgün Uluser İNAN da kitapların önemini belirterek o da okulu adına hoş geldiniz dedi.Dört ana oturum ve dört de uygulama sunumuna yer verilen seminer tüm gün sürerken kendi adıma oldukça doyurucu ve iyi bir seminer oldu.






İlk ana oturumda '' Felsefe ve Edebiyat Neden İç İçedir, Neden Önemlidir?'' başlığıyla  Prof. Dr. BETÜL ÇOTUKSÖKEN konuşmasını yaptı. Özellikle deneme türünün önemine değindi. Felsefenin kurmaca olmamasına rağmen, kurmaca olan edebiyatı anlamada, anlamlandırmadaki öneminin üzerinde durdu. Akşit GÖKTÜRK, Jean Paul SARTRE ve Nermin UYGUR'dan alıntılama yaparak zaman zaman fazla teknik olmakla beraber bilgi yüklü konuşmasını yaptı. Notlarımda bir yanlışlık yoksa Nermin Uygur'dan yaptığı bir alıntıyı aktarmak isterim:
'' Kitap çağrıdır, penceredir, arkadaştır, ağaçtır, evrendir, sağlığa giden yoldur...''

İlk ana oturumun ardından hemen bir uygulama sunumuna geçildi.  İTÜ Geliştirme Vakfı Özel Dr. Natuk Birkan İlköğretim Okulu 'ndan     SEDA KESANBİLİCİ 'nin sunumu Kim Takar Salatalık Kral’ı ile Yaratıcı Okumaydı. Birçok yöntem ve tekniğin birlikte kullanarak ve iyi bir planlamayla uygulanmış olan proje benim de kafamda yeni fikirlerin oluşmasını sağladı. Oldukça eğlenceli ve yaratıcı bir proje geliştirilmiş.

Kahve molamızın ardından salona döndüğümüzde bizi yeni bir uygulama sunumu bekliyordu. VKV Koç Özel İlköğretim Okulu'ndan SEVGİN EMREM, BESTE ÇELİKBAŞ'ın sunumu Hayaletli Gölün Çocukları ile Etkin Okuma Çalışmasıydı. Bir kez daha bir çok yöntem ve tekniğin kullanılması ve iyi bir planlamayla yararlı bir proje örneği daha gördük. Özellikle kitaptan yola çıkan öğrencilerin tasarladığı yüzükler ve kitap kahramanı Oğuz Balkaya çizimleri çok güzeldi. Bu sunumun ardından her sunumdan sonra yaptığı eleştiriler ve sorduğu sorularla kafamızda şimşeklerin çakmasını sağlayan dinleyicilerden birinin yaptığı yorum da yine anılmaya değer. Ölümü ve insan hayatındaki dramları sınıfta anlatmak ve konuşmak gerektiğini belirten dinleyici (yanlış hatırlamıyorsam ismi Necdet'ti) de önemli bir ayrıntıyı gözden kaçırmayarak belirtti.

Bu sunumdan da oldukça yararlandığımı belirtmek istiyorum. Özellikle ortaya çıkarılan ürünler harikaydı. Ben de hemen gelecek yıl için planlamaya başladım:) Tatlı bir heyecanla!

Yeniden ana oturuma geçtiğimizde karşımızda  İlköğretimde ve Lisede Şiir Paylaşmak başlığıyla MÜSLİM ÇELİK vardı. Bir şairden beklenilen sunumu yaptı elbette o da. Çeşitli şiir örnekleri vererek. 'Her insanın içinde şiir vardır' dedi.
6 Yıl Tam Pansiyon ile Okumada Üçüncü Boyut'u Bursa Bahçeşehir Koleji'nden MERAL ZAFER'in sunumuyla dinledik. Bu sunumda da yine hayal gücünün kullanılması sağlanarak güzel ürünler ortaya koyulmuş.

Sonraki ana oturumumuz dilinden, duruşundan ve gözlerinden oldukça etkilendiğim Karin KARAKAŞLI'nın konuşmasıydı. Teknolojiden faydalanmadan sunum yapacağını belirten gazeteci yazarı dinlerken bir kez daha anladım ki hiç bir teknoloji yürekten bir konuşma kadar etkili olamaz.
 Karin Karakaşlı'nın konuşmalarına dair notlarıma bakıyorum da öyle az ki bunun nedeni karşımda duran konuşmasını yapan insanın bir saniyesini bile kaçırmak istememdi. Kendi yaşamındaki kitabın yerinden de bahsederek gerçekten beni en çok etkileyen konuşmasını yaptı. Elbette bu konuşmanın ardından yanına gitmeden duramadım. Bu naif yazarın da bir kitabımı öğrencim için imzalattım:) 

Özel İzmir SEV İlköğretim Okulu'ndan MÜJDAT ATAMAN son uygulama sunumunu yaptı. Oldukça renkli geçen sunumda küçük bir drama da yapıldı.  Bir Kitabı Okurken Yaşamak: Konuşmak Yok başlığıyla sunum yapıldı. Kitabı önceden okuduğum için çıkarılan projede bir yaratıcılık göremedim. Kitabın kurgusu sınıfta uygulanmış. Öğrencilerin konuşturulduğu video ise tamamen kitaptan cümleler içeriyordu bunun yerine gerçekten yaratıcı örnekler olabilirdi.

Son olarak Yaşamın Her Anında Sanat ve Edebiyat başlığıyla ALİ POYRAZOĞLU çıktı sahneye. Modern bir meddah olan tiyatrocunun farkı ise iletişim gücü ve hitabın gücünde kendini gösteriyordu. Tiyatro için destek istemeyi unutmayan POYRAZOĞLU'nu dinlemek-izlemek büyük zevkti. Özellikle anıları öğretmenleri bir kez daha düşünmeye itiyordu. 







Velhasıl oldukça verimli bulduğum seminerde bir de Mine Hanımla tanışma olanağım oldu. Elbette onu okulumda düzenlediğim yarışma için imza gününe de çağırmayı ihmal etmedim. Eminim bizi(öğrencilerimi) unutmayacaktır.

Okuldan bir arkadaşımla gittiğim seminerden çıkarken ikimizde hemfikirdik. Aralık seminerine de mutlaka katılacağız.

Bu arada uygulama sunumlarının tamamı özel okullardandı. Yüksek imkanlara sahip bu okullarda yapılan uygulamalar dışında devlet okullarına da yer verilebilirdi. Elbette devlet okullarında da üstelik daha sınırlı olanaklarla güzel uygulamalar yapılıyor. Umarım sonraki seminerlerde devlet okullarını da görürüz.

10 Mayıs 2012 Perşembe

AY DENİZLE BULUŞUNCA

Yürekleri ısıtan sımsıcak bir öykü Aykızı ve Deniz'in öyküsü. Karin Karakaşlı'nın kaleminden çıkan öykünün kahramanları Deniz annesini kaybetmiş. Babası yeniden evlenince o da teyzesinin yanına yerleşerek yalnızca yaz tatillerinde babasının yanına gelir. Ama annesine mektuplar yazarak ona sesini duyurmaya çalışır.
Aykızı ise ona ismini veren teyzesini daha doğmadan kaybetmiş. Hiç görmese de teyzesini çok seviyor ve oda aya bakarak teyzesiyle konuşuyor.

Bu iki hassas gencin yolları bir yaz komşulukla başlıyor ve aralarında derin bir dostluk oluşuyor.
Yüreklere dokunan öykü 1997'de Bu Yayınevi Roman Yarışmasında mansiyon alarak yayımlanan ilk kitabıdır Karin Karakaşlı'nın

7 Mayıs 2012 Pazartesi

PENGUENLER FLÜT ÇALAMAZ

Sevim Ak'ın enfes dili ile kaleme alınmış sekiz öyküden oluşan kitabın ilk öyküsü PENGUENLER FLÜT ÇALAMAZ.
Kitaptaki Diğer Öyküler:
Napoliten Şarkı
Madam Lulu'nun Şapkası
Karga Fırfır Bir Oyun Oynuyor
Açıkgöz ile Süs
Açelyanın Upuzun Bir Günü
Taa Samanyolu
Kayıp Eşya Bürosu

Ben en çok 'Karga Fırfır Bir Oyun Oynuyor' u sevdim. Oyuncu bir karga ve Pamuk Hanım'ın kuklalarının öyküsü bu. Yaramaz Karga Fırfır renkli kumaş koleksiyonu yapar. Her şeyden habersiz Karga Fırfır'ın koleksiyonunu keşfeden Pamuk Hanım bir birinden güzel kulalar yapar. Karga Fırfır da bu kuklaları kentin en önemli binalarına bırakır. Kentte heyecan uyandıran kuklalar bir süre sonra bir firma tarafından üretilerek her eve girmeye başlar:)

6 Mayıs 2012 Pazar

VANİLYA KOKULU MEKTUPLAR

Şöyle sımsıcak bir vanilya kokusu kimin içini ısıtmaz ki. Hele de insanın hayatını değiştiren mektuplardan geliyorsa bu koku işte o zaman tadına doyum olmaz:)
Sevim Ak'ın her zamanki ustaca kullandığı sözcükleriyle kokusuna doyulmaz bir kitap olmuş. Kitaptan kısaca bahsedersek Kıymık anneannesiyle yaşar ve onun yanında çooook sıkılmaktadır. Çünkü anneannesi sürekli şikayet eden dahası yüzü gülmeyen biridir. Ama Kıymık(Bu arada isim seçimi harika) hayata çok bağlı ve yaratıcı bir çocuktur. Anneannesi ona çok fazla harçlık vermez. Kıymık ise Baldudak'ı sinemaya götürmek ister. O da biraz para kazanmak için her gün Bay Tırtır'a kitap okur. Ama önce anneannesine ardından da Bay Tırtır'a gelen mektuplar hayatlarını değiştirmeye başlar. Bu mektuplar da öyle sıradan değillerdir. Hem vanilya kokar, hem göndereni bilinmez, hem de mektupta masallar vardır. Elbette devamı kitapta:)
Sımsıcak, hayat dolu bir öykü Kıymık ve çevresinin öyküsü. Çocuklara papatyalarla dolu bir dünyanın kapısını aralıyor sanki. Ellerine sağlık Sevim Ak diyorum. Tadı damağımda kalmış kitabın ardından:)

GÜNEŞİ BİLE TAMİR EDEN ADAM

Kitap oldukça mizahi bir dille kaleme alınmış eğlenceli bir kitap. Günümüz tüketim çılgınlığını ele alan Behiç Ak geçmişin değerini de hatırlatıyor.
Kitap Tamirci Kadir Bey hakkında. O öyle biridir ki adadaki her şeyi onarabilme yeteneğine sahiptir. Öyle ki evdeki makinelerden lavabolara ve hatta kırık kalplere kadar. Bu becerikli tamirciliğinin yanında bir de tüm çocuklara ve büyüklere eşyaların kişisel tarihlerini anlatır. Böylece tarihsel değerini de hatırlatmış olur. Üstüne bir de kedi dostudur. Eee bu kadar iyi bir insanı sevmezler mi? Sevmez olurlar mı severler tabii ki ama sevmeyenler de vardır. Üstüne bir de ada halkı artık alış-veriş yapmak ve eşyalarını değiştirmek isterler ama bu Kadir Bey adadayken mümkün değildir. Elbette devamı kitapta.
Sihirli ve etkileyici diliyle eminim çocukların severek okuyacağı güzel bir kitap olmuş.

4 Mayıs 2012 Cuma

KİM TAKAR SALATALIK KRAL'I( Wir Pfeifen auf den Gurkenkönig)

Salatalıktan da kral olur muymuş demeyin. Öyle bir kral oluyor ki bu kitapta hem kibirli, hem bencil, hem de sahtekar. Hogelmann ailesi aslında bize klasik bir Türk ailesini anımsatacak kadar sıradan bir aile. Öyle ki bir akşam mutfakta kendini beğenmiş salatalık kral ortaya çıkana dek. İşte bundan sonra bu sıradan aile evini oldukça tuhaf olaylar beklemektedir. Evde kaybolan eşyalar, kilerde ortaya çıkan Kumi-Oriler  derken oldukça  tuhaf bir o kadar da eğlenceli olayları  evin oğlu Wolfgang'ın satırlarından okuruz.

Hikayede aile içinde anne-baba rollerine değinirken Kumi-Orilerin de son kalan kumi-Ori kralını tahtından indirdiklerini okuyoruz. Bu krallık aktarılırken de yönetim üzerine düşündürmeyi de ihmal etmiyor yazar. Bunun yanında bir abla-kardeş işbirliği ve bir genç kızın ilişkilerine de yer verilmiş. Herkesin eşit haklara sahip olduğu ve karşımızdakinin de her ne olursa olsun kendi hakları olduğunu da hatırlatması yazarın yerinde olmuş.

Daha yazacak çok şey var ama siz en iyisi okuyun-önerin derim ben.:)
Değinmeden geçmemek gerek kitabın yazarı Cristine Nöstlinger 1984 Hans Cristian Andersen gibi çok önemli  bir çok ödülün de sahibi. Ayrıca bu kitabıyla da Alman Gençlik Edebiyatı Ödülünü de almıştır.

1 Mayıs 2012 Salı

HAYALETLİ GÖLÜN ÇOCUKLARI

Yeşim Armutak'ın kaleminden çıkmış kitap öncelikle beni tuttuğu gibi çocukluk yıllarıma ve çocukluk yıllarımın muhteşem hayal dünyasına sürükleyiverdi. Akıcı dili ve anlaşılır, açık üslubu çocuklar için vazgeçilmez olacaktır. Özellikle dili kullanışındaki berraklık, betimlemelerindeki dikkat gözden kaçacak gibi değil.

Kitabın konusuna gelince Büyüteç, Bilye, Efe ve Melodi'nin yaz tatili boyunca yaşadıkları ve kendi düş güçleriyle de destekledikleri inanılmaz macera. İnanılmaz diyorum ya yazar olayları öyle ustaca kurgulamış ki her yetişkinin çocukluğunda, her çocuğun kendi dünyasında bulabileceği hayaller olmuş.
Mahalleye taşınan Kuklacı Usta öncelikle çocukların dostları arasına karışıyor. Ardından göl kıyısına yapılan bir yolculukta kayalıktaki bir mağarada bir çene kemiği parçası, yüzük ve bir de el yazması kağıt parçası bulunur. Elbette tüm bunların gizemli olayları işaret ettiği aşikardır. Dört kafadar Kaptan'dan yardım isterler ve olaylar iyice karışır. Elbette devamı kitapta olan bu heyecan dolu macera kitabı çocukların da severek okuyacakları heyecanlı bir kitap olmuş.

Ayrıca yazarın diğer bir kitabı olan 'Bataklığın Kıyısındaki Ev' ÇGYD 2007 Yılın En İyi Çocuk Romanı Jüri Özel Ödülü'ne layık görülmüş.