16 Ekim 2011 Pazar

SERENAD


Serenad: Max ile Nadia’nın hikayesi gibi görünürken aslında bütün
insanlık tarihinin hikayesi… Yani filler ve çimenin hikayesi.
Belki şimdi kitaptan birkaç anekdot ile kitabı anlatmam gerekir fakat ben tam da bugünden bugünün çimlerinden söz etmek istiyorum.
Bugün haberlerde süregelen bir ‘Arap Baharı’ndan söz edilir oldu. Bahar denince bizim hemen çağrışım kanallarımız açılır ve çiçekler, kelebekler, cıvıldaşan kuşlar, oradan oraya koşuşan çocuklarla birlikte ilkokulda mevsim şeridinin dörtte birine yayılan şenlikli bir görüntü belirir aklımızda. Ne hoş şey doğrusu:) Şimdi Arap baharı da bu durumda pek şenlikli olsa gerek maalesef değil! Arap baharı denilen şey halkın küçüklü büyüklü protestolarından bazı ülkelerde ise iç savaştan ibaret olan kısım için söylenmiş bir sözcük.Elbette bu baharın kaç can aldığı istatistiklerde rakamlardan ibaret kalıyor. Hiçbir rakam tek bir gözyaşı damlasının hakkını veremiyor. Bu ‘Bahar’ sözcüğü ise bizde uyanan o hoş duygulara hiç benzemiyor. Öyleyse uyanık siyasilerimiz neden seçti bu sözcüğü iyi düşünmek lazım.
Daha yaklaşıp da ülkemize bakacak olursak artık gün geçmiyor ki bir yerlerde bomba patlamasın yahut birileri kaçırılmasın. Yazık ki dünyanın bir başka bölgesindeki göz yaşları buradan bakınca ‘BAHAR’ diye adlandırılıyor. Peki buradaki ölümler istatistikler de mi bahar? Burada ölümün ardından dökülen gözyaşları, annelerin, eşlerin, çocukların çığlıkları da mı bahar? Maalesef yazı acıları tarifte oldukça yetersiz kalıyor. Medyada ise verilenler rakamlardan ibaret kalıyor.
        İşte tarihin başka baharlarını anlatan Serenad’da üç farklı kadın, üç farklı kıyım ve bir çok devletin kirli yüzü var. Maya, Mari, Nadia… Diğer adlarıyla Ayşe, Semahat, Deborah… Bu üç kadının
coğrafyaları, dinleri, dilleri de isimleri gibi farklı oysa kıyımın faili aynı. Sanırım aşağıdaki kitaptan alıntı bunu en iyi şekilde anlatacak:
Adil olanın peşinden gidilmesi doğrudur, en güçlünün peşinden gidilmesi ise kaçınılmazdır. Gücü olmayan adalet acizdir; adaleti olmayan güç ise zalim. ‘(s.416)
        Bu topraklarda yaşayan her evin gizli tarihinin olduğu söyleniyor. Öyle ya bu tarih değiştirmeler bir bayrak yarışıyla hala devam ederken geçmişle hüzünlenip bu günü rafa kaldırıyoruz. Karakterlerin dramını geçmişten alan bu güzel kitapta keşke bugünün dramından da bir kadın görebilseydik.
Bugünkü kadın ise iş yaşamının koşuşturmasında çocuğuna bile vakit ayırmayan bir anne. Şehirli annenin sorunu bundan ve çalışan kadın kimliğinin sorunlarından ibaret kalmış. Kadın diliyle anlatılan kitapta geçmişi sorgulamadan bugüne bir geçiş gelmiyor ne yazık ki.
        Her şeye rağmen kitaptaki güzel göndermeler, bilgiler ve hikaye oldukça etkileyici ve de akıcı bir dille kaleme alınmış. Zamanınıza yazık etmeyecek bir kitap.
Not: Kitabın kahramanı Maya’nın her gece okuduğu şiir ‘Başka bir gökyüzü’.
Daima açık ve durgun
Farklı bir sema,
Ve karanlığa rağmen
Değişik bir günışığı var orada;
Solgun ormanlar dert değil,
Sessiz tarlalara etme aldırış,
Yaprakları yeşil
Bir küçük orman var yaz kış-
Ve parlak bir bahçe var, kırağı
Ve donun asla uğramadığı;
Solmayan çiçeklerinin içinde
Arıların canlı vızıltısını işitirim:
Gel gir, bahçeme
Yalvarırım, kardeşim!

Emily Dickinson’dan çeviren:
Osman Tuğlu

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder